Kendimizden Uzak Hayatımız

Dünyada yedi milyar insan olduğu söylenir. Dini ve tarihi kaynaklar ölmüş insanların şuan yaşayan insanlardan fazla olduğunu bizlere hatırlatır. Ölmüş her insanın bir hikayesi olduğu gibi yaşayan her insanın da bir hikayesi vardır muhakkak. İnsanoğlu kendi hikayesinin peşine düşmektense başka hikayelerin peşine düşmeyi daha kolay ve eğlenceli bulmuştur. Hepimizin bir hikayesi var ama biz başka hikayelerin peşine düşmüş bulunmaktayız. Bunun böyle olmasının sebebi ise insanın kendi kendisine yetememesi durumu ve hikayesinden memnun olamamasıdır. Uzağa gitmeye gerek yok! Yaşadığımız çevreye hatta kendi hayatımıza baktığımızda sürekli bir şey anlattığımızı ya da dinlediğimizi fark ederiz. Pekiyi de bu anlattıklarımızın ne kadarı bizimle ilgili? Ya da dinlediklerimizin ne kadar anlatan kişiyle ilgili?

Bu anlattıklarımız ya da dinlediklerimiz aslında kendi hikayemizden memnun olmadığımızı göstermektedir. Eğer kendi hikayemizden memnun olsaydık bu kadar kendimizi gösterme ya da paylaşma ihtiyacını taşımazdık. Söz konusu kendimiz olduğunda kendimizi o kadar da iyi anlatamıyoruz. Çünkü kendimizi bilmiyor ve tanımıyoruz! İnsanın sürekli bir arayışta olması yaratılıştan gelen bir niteliktir aslında. Günümüzde bunu gerçekleştirmek ise eskiye kıyasla çok daha zordur. Aslında buna eski demek de abestir çünkü bize ait olmayan birçok şeyi kullanıp atma ve eskitme durumuyla karşı karşıyayız. Bugün yaşadığımız anı yaşamaktan çok paylaşmak daha da haz veriyor insana. Bu durum da sosyal medyanın insanın genlerine işlediğinin ya da işliyor oluşunun bir kanıtıdır bana göre.

Sosyal medyayı kullanan ve akıllı telefon sahibi olan arkadaş gruplarıyla bir toplantı ya da “öylesine” bir yerde olduğumuzda kendiniz dahil şöyle bir arkadaşlarımıza baktığımızda; telefona biraz önce baktığı halde tekrar bakma ihtiyacı olduğunu görürüz kendimizde ve arkadaşlarımızda. Çünkü bedenen orada olsak da kafamız paylaştığımız bir fotoğraf ya da sözün geri bildirimindedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar