Tercih mi, önyargı mı?

2025 LGS tercih dönemi sona erdi. Ancak geride yalnızca rakamlar değil; çocukların, ailelerin ve toplumun zihninde derin izler bırakan, karmaşık ve sancılı bir sürecin gölgesi kaldı. Her yıl sınav sistemi üzerine tartışmalar yapılır; bu doğaldır. Ancak bu yıl mesele yalnızca eğitimsel değil, aynı zamanda ahlaki, psikolojik ve sosyolojik bir kırılmaya dönüştü. Çünkü bu yıl sadece sınav değil, toplumun güven duygusu da sınandı.

2025 LGS’de 719 öğrencinin tüm soruları doğru yapması ilk etapta kamuoyunda memnuniyetle karşılandı. Ancak kısa süre içinde ortaya atılan iddialar, iftiralar ve tartışmalar sınav sisteminin yapısından uzaklaşıp başka bir zemine kaydı. Bazı öğrencilere soruların sızdırıldığı, haksız yollarla tam puan alındığı, hatta örgütlü bir hırsızlık şebekesiyle hareket edildiğine dair spekülatif iddialar dolaşıma girdi. Sosyal medyada yayılan belgeler, yazışmalar ve söylentiler, sınavın meşruiyetini tartışılır hale getirdi. Ve tüm bu manipülasyonların bilinçli ve maksatlı yapıldığı da artık gizlenemeyecek kadar açık bir gerçekti.

Elbette bu iddiaların teknik ve hukuki boyutunu değerlendirmek yetkili mercilerin görevidir. Ancak ortadaki asıl sorun, bu süreçte eğitime duyulan güvenin ciddi biçimde sarsılmış olmasıdır. Bu yıl birçok veli, sadece sınavın zorluğu ya da çocuğunun performansı nedeniyle değil; sistemin şeffaflığına ve güvenilirliğine dair taşıdığı endişeler sebebiyle de tereddüt yaşadı.

Ne yazık ki bu tartışmalar, sağlıklı sınav eleştirilerinin çok ötesine geçerek, doğrudan imam hatip okullarını hedef alan önyargılı bir kampanyaya dönüştü. Bazı öğrencilerin imam hatip geçmişli olması, başarının meşruiyetini sorgulatacak şekilde sunuldu. “Bu kadar birinci imam hatipten çıkar mı?”, “Gerçekten çalışarak mı kazandılar?” gibi küçümseyici ifadeler, hem bu gençlerin emeğini hiçe saydı hem de yıllardır varlığını sürdüren imam hatip karşıtı ideolojik refleksleri yeniden harekete geçirdi.

Açık konuşmak gerekir: Bu yıl birçok veli çocuğunu imam hatip okullarına göndermeyi düşündü, okulları gezdi, bilgi aldı. Ancak sosyal medya baskısı, çevresel yönlendirmeler ve siyasi tartışmalar, ailelerin zihinlerine şüphe düşürdü. “Çocuğum imam hatipten mezun olursa dışlanır mı?”, “Bu tartışmalar geleceğini olumsuz etkiler mi?” gibi sorular, azımsanmayacak sayıda veliyi kararından vazgeçirdi. Bu tedirginlik ve önyargılar sebebiyle, bazı aileler çocuklarını imam hatip okullarına göndermekten geri durdu. Bu aileler arasında en dikkat çekici kesimi ise muhafazakâr çevreler oluşturdu. Bu da meselenin ne kadar derin ve etkili bir psikolojik yönü olduğunu gözler önüne serdi.

Oysa imam hatip okulları, yalnızca dinî eğitim veren kurumlar değildir. Bugün bu okullar; fen ve sosyal bilimler, yabancı dil, sanat ve proje temelli eğitimde güçlü akademik kadroları, özgün modelleri ve yükselen başarı grafikleriyle Türkiye'nin en dikkat çeken okulları arasındadır. Son yıllarda Türkiye derecesi elde eden birçok öğrenci bu kurumlardan mezun olmuştur. Ne var ki bu başarılar, ideolojik bakışlar nedeniyle çoğu zaman ya görmezden gelinmekte ya da kasıtlı olarak itibarsızlaştırılmaktadır. Bu da bilinçli bir yönlendirme ve derin bir manipülasyon sürecinin varlığını açıkça ortaya koymaktadır.

Tercih dönemi sona erdi, ancak bu tartışmalar burada bitmemelidir. Çünkü mesele yalnızca bu yılın yerleştirme sonuçları değil; eğitimde adaletin, güvenin ve hakikatin korunmasıdır.

Eğitim, sadece akademik bir süreç değil; aynı zamanda bir değerler inşasıdır. Bu değerlerin başında ise adalet, güven ve önyargısızlık gelir. Çocuklarımızın geleceğini, dedikoduların, ithamların, iftiraların ve siyasi hesaplaşmaların gölgesine teslim edemeyiz.

Unutmayalım: Hangi okula giderse gitsin, bir çocuğun başarısı yalnızca puanla değil; kimliği, emeği ve karakteriyle ölçülür. Ve bir eğitim sistemi, en temelde güven üzerine inşa edilmelidir. İmam hatip okulları da her zaman ve her zeminde bu güvenin mihenk taşı olmuştur, olmaya da devam edecektir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar