
Hikmet Kızıl
Kahtalı Mıçe, Bozkırın Yalnız Sevdalısı...
Bazı sesler vardır…
Sadece kulağa değil, insanın ruhuna dokunur.
O sesler, güneşin kavurduğu topraklardan, rüzgârın eğip büktüğü boz dallardan, gurbetin yürekte açtığı derin yaralardan doğar.
İşte Kahtalı Mıçe’nin sesi de böyle bir sesti.
Onun sesi, ne bir şehir sahnesine ne de modern zamanların süslü melodilerine aitti.
O, halkın içinden çıkan, bozkırın derin hüznünü ve sevdasını içinde taşıyan bir sestir.
Kahtalı Mıçe, yalnızca bir türkücü değildi.
O, kadim bir kültürün, Mezopotamya’nın derin izlerini taşıyan bir anlatıcıydı.
Onun sesinde Fırat’ın çağlayan suları, Nemrut Dağı’nın sessiz tanıklığı, Harran Ovası’nın sonsuz hüznü vardı.
Türküleri bir ağıt gibi söylerdi bazen; bazen de gönülleri coşturup sevdalıları hayallere daldıran bir aşk mektubu gibi.
Çünkü onun sesinde sadece ezgiler değil, bir halkın yaşanmışlıkları saklıydı.
"Mardine bir güzelleştim
Güzelleri seyreyleştim
Seyreyledim doymadım
Aklımı orda koymadım"
Bir türküyle insanı Mardin’in taş sokaklarında gezdirir, başka bir türküyle Kahta’nın sıcak ve sert rüzgârına savururdu.
O, halk müziğinin sahici ruhunu taşıyan son büyük temsilcilerden biriydi.
Şarkıları süslemek için değil, yüreğin derinliklerinden kopup geldiği gibi söylemek için vardı.
Kahtalı Mıçe’nin sesinde en çok duyulan şey hasretti.
Gurbete düşmüşlerin iç çekişi, sevdiğine kavuşamayanların gözyaşı, anadan ayrı kalmış bir yetimin feryadı…
Her türkü bir hikâyeydi ve o hikâyeler, Anadolu’nun dört bir yanındaki insanlara tanıdık gelirdi.
Çünkü onun söylediği dertler herkesin yüreğinde bir yer bulurdu.
"Seni sevdim seveli
Başıma dertler geldi
Kader böyle yazılmış
Ne suçum ne günahım"
Bu dizeler, bir sevdanın en yalın, en sahici anlatımıydı.
Ne büyük cümlelere gerek vardı ne de süslü kelimelere…
Kahtalı Mıçe, türküleriyle her şeyi en saf haliyle anlatıyordu.
Çünkü türkülerde yapmacıklığa yer yoktu; orada sadece yürek vardı, içtenlik vardı.
O, şöhreti hiç umursamadı.
Şan, gösteriş, büyük sahneler onun için bir şey ifade etmiyordu.
Onun gerçek sahnesi, halkın yüreğiydi.
O yüzden onun türküleri, lüks salonlardan çok kahvehanelerde, kamyoncu duraklarında, sıra gecelerinde yankılanırdı.
Çünkü onun sesi, en çok yolda olanların, yurdunu terk edenlerin, bir sevgiliye kavuşamayanların, yalnız başına sigarasını tüttürenlerin sesiydi.
"Derdimi dökersem derin dereye
Doldurur taşırır sel alır beni
Bu aşk beni diyar diyar sürüklüyor
Yardan ayrı koyup el alır beni"
Kahtalı Mıçe’nin türkülerini dinlerken insan, bir yolculuğa çıkar.
Bazen Adıyaman’ın toprak kokan sokaklarına, bazen bir gurbetçiye vatan hasreti yaşatan uzak diyarlara…
Bazen bir sevdaya, bazen de yarım kalmış bir hikâyeye…
Ve bazı sesler vardır…
Onlar yalnızca bir dönem için değil, sonsuza kadar yaşamak için vardır.
Kahtalı Mıçe’nin sesi de işte böyle bir sestir.
O ses, bir gün sustuğunda bile, yankısı hep kalplerde çınlamaya devam edecek.
Çünkü o, halkın sesi, bozkırın yalnız sevdalısıdır.
Ve şimdi aramızdan ayrılıp gitti....
Allah rahmet eylesin Mıçe babo...
Mekanın cennet olsun...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.