Yarım Yaşamların Çokluğu

İnsan zihni ve bedeni arasındaki müdahale edilemeyen uçurum; düştükçe hızlanılan, hızlanıldıkça düşülen bir garip çıkmaz…

Her biri birbirinden düş baz yarım kalmışlıklar, yüreğimizin ya da zihnimizin çıkmaz sokaklarına hapsettiğimiz, bir türlü çıkarıp atamadığımız, varlığının acısından haz aldığımız bir garip duygu yığını, ömrümüzü kısaltan bir yığın enkaz… Haydi bugün bunlardan bahsedelim, yarım kalmışlıklarımızın kısa ömrümüz üzerindeki etkisinden mesela. Mesela hiç gitmesini istemediğimiz birisinin çekip gitmesinden, sonra sol tarafımızda bir daha doldurulamayacak sonsuz boşluktan falan…

Umut dedik, boşluk dedik, ömrümüzü eksiltmek dedik ve daha sayamadığımız bir sürü şeyi üst üste koyarsak bir yarım kalmışlık etmez belki, ama bunların hepsi bir veya birden çok yarım kalmışlığın bıraktıklarıdır etimizde, ruhumuzda, zihnimizde; kazınamayacak kadar büyüktür hem de…

“Umut kötüdür, acıyı uzatır!” der üstat. Doğru değildir bu, daha doğrusu eksiktir. Acıyı uzatır, doğrudur ama yaşatan da odur nihayetinde, yoksa kornişi kopmuş bir perdenin ne geleceği olabilir ki bir işe yaramaya dair? Ya da mürekkebi biten bir kalem ne kadar öpebilir ki ak kâğıdın dudaklarından? Velhasılı kelam, umut etmek güzel şeydir, ömrü uzatır ve ömür dediğin acı ummanına salınmış bir katre sandaldır.

Zihnimizin kıvrımları arasına hapsettiğimiz, anımsamaktan duyduğumuz acının tarifi imkânsız zevkiyle hayata tutunduğumuz bu yarım kalmışlıklar, bu yaralanılmışlıklar, bu yemekten içmekten zevk alamaz hale getiren, uykusuz bir uyumuşluk hissi yaratan, anımsadıkça bedenimizin bazı bölgelerini uyuşturan, attığımız her adımı yüzlerce dakikalık duygu yoğunluğuyla yaşatan, keşke dedikten sonra binlerce hayali bir film şeridi gibi tekrar tekrar yaşatan yarım kalmışlıklarımız…

Ne deniz sadece denizdir artık ne de gökyüzü, yeryüzünün herhangi bir yerinde yer kaplayan herhangi bir şey, artık sadece olduğu haliyle değil aynı zamanda gördüğümüz haliyledir… Yarım kalmış bir hikâyesi olan hangi âdemoğlu ya da Havva kızı yağan bir yağmurda sadece yağmuru görebilir ki? Bir hikâyesi olan hangi insan yaşadığı şehrin sokaklarında sadece bir yere gitmek için adım atar? Her adımı hem kaldırıma hem içine atan ve attığı her adımda yorulan, yoruldukça hızlanan, hızlandıkça acı çeken insan yığınıyız bir yerde ve omuz omuza temas ettiğimiz kimi kişiler aynı hikâyenin bir parçasıdır kimi kez eminim…

İki kişilik yaşarız bir ömür boyu, aynı yollar, kaldırımlar, görüntüler, sesler, acılar ve zevkleri yarım kalan tarafımız adına da yaşarız ya, yaşadıkça çoğalır, çoğaldıkça acırız, aynı yağmur altında iki kişilik ıslanmak için küçük adımlarla yürürüz ve her yağmur değişinde sulanmış ekinler gibi çoğalır acımız, hikâyesi yarım kalmamışların şemsiyeleri niye bu kadar saçma gelsin ki yoksa kaçacak, sığınacak bir şemsiyesi olmayanlarındır yağmurlar ve bereketi değdikçe çoğaltır damla damla…

Ne mutlu bize, yaşamaya sebep yarım kalmış hikâyesi olan, çektiği acının hakkını vere vere sokakları arşınlayan, tek kişilik duyu organlarıyla çift kişilik yaşayan, hayatın acılar ve yarım kalmışlıklara dayalı olduğunu keşfedip yaşadığı acıyı yaşama sebebi kılan, umudun acıtan tarafına isyan etmeden onu çoğaltacak iradeye sahip insanlar… Ne mutlu bize, yan yana yürüyüp omuz omuza temas edip kendi acısından kafasını kaldırıp özür dilemeye takati olmayan bin yığın insan.

Önceki ve Sonraki Yazılar