Ah Şu Buhranlar!

Koca koca aydınlık günlerden, karanlık gecelere açılıyor olmanın timsali olmak
Bin bir keder ile kırışmış simalara, çokluklarıyla dağ olmuş, yıpranmışlık ile büzüşmüş zihinlere,
Bir ‘duruş’ abidesi, öncü olmak iddiası…

Tezatlıkların tezatlık doğurduğu, eylemin teoriden ırak düştüğü
Güneş ve yıldız gibi, asla durulmayan ve duramayan iki ayrılmaz çok gibi!
Kader tarihtir. Tarih ise tekerrür!

Ne yazık ki tekerrürden kopuk bir kader,
Olmamışın olmayacak adlı bir iddiası sönük,
Dayanaksız ve batıktır.

Hiç olmamasını temenni ettiğiniz ama olması, isteğinizden daha baskın geldiğini tecrübe ettiğiniz doğa ya da toplumsal fiiller, siz varken de olacaktır siz yokken de oluyordu.

Asıl olan sizi, sizlikten, –özellikle duygu- karakter yapınızdan, fikir, düşünce ve varsa inançsal aidiyetlerinizden kopmamanızdır.

Aidiyetten kastımız, bir taraf olmak, tutmak, sorgulamadan arkasında durmak değildir elbette. Çünkü inanç, sorgulamayı emreder. Tıpkı emrettiği diğer tüm emirler gibi riayeti, kul olma bilincini de… İtaat dediğimiz eylem, Tanrı’ya ve elçilerinedir. Adını her ne koyduysanız, Şeyh, Hoca, İmam veya Başkan’a değildir.

İnançların, kültür ve geleneklerden farkı kati ve tartışılmaz, değişmez oluşlarıdır. Her zaman ve diliminde aynıdır. Hatta İslam inancının tabileri bilirler “Biz Kuranı Kerimi tüm zamanlara gönderdik” minvalinde ki en güzel sözlerinden birini.

“Çok okumak, çok bilmek sağlıklı bir yaşam ve seçimleri getirir” tarzında bir söylem yoksa bile eylemleri ile bunu anlatmaya gayret edenlere, bunun böyle olmadığını anlatmanın ne denli zor olacağını bildiğimizden, bu alanda bir münazaraya girme teşebbüsünde bulunmamak en akıllıca hareket olacaktır.

Çağın entegre olduğu, bir an bile kopmaktan ödlerin koptuğu sanal âlem; geçmişi geleceğe taşıma lüksü varken, direniş bile göstermeden toza toprağa gömerek, kimini yapmacık, kimini çok iş görmüş gibi lanse etme aracı, kiminin de mutluluğunu ve yaşam kalitesini hattın safhasında görsellere sunarak, şatafatlı bir ilizyona mahal vermekte.

Tüm insanlığın huzurunu ikame etme etkisini hayata geçirecek olan “iyiliği emretmek, kötülükten uzak tutmak” düsturu, bir kadraja sığmayacağı gibi iki afili cümlenin de haddi değildir.

Dedem derdi ki; “Nerde o eski sağcılar, solcular.”

Fikrin, düşüncenin kanlı cana dönüştüğü o zaman dilimi, çokta uzakta değil. Siz çeyrek asır deyiverin, ben abartıp yarım asır öncesinden bahsediyor olayım. Ortalama bir ömrün, altında.

Şirazelerin, sadece kitap sayfaları arasında durduğu, değil kayması kayabilir korkusundan sürekli pratik bir eğitimin söz konusu olduğu süzgeçsiz bir zaman.

Manevi havanın ruhlarda tezahür ettiği, inanç kurallarının bir an bile, bahanelere mahal vermeden icraata tabii tutulduğu zamanlar. Menfi tüm duvarların yıkıldığı, karaktere çivilenmiş gibi hayatın her zerresine uygulayabilme çabasını dahi okurken, ne denli uzak ve batık olduğunu kavrayamamak gözdeki, yürekteki perdenin kalınlığından başka bir şeyi ifade edemez!

Şunu söyleyebilir, hatta iddia ispat gerektirdiği için iddiada edebiliriz; “oturmamış karaktere bu düşünsel fırtına, fikirsel çığ sadece felaket getiri.”

Her zaman içimden geçirdiğim; “Eserinden zerresi kalmadığında, zerre misali kaybolmaya mahkûm olunur.” Aforizmasının oluşturduğu düşünsel atmosferin kıyısında oturup, tefekkür adlı harikulade eyleme ram olabilmemiz temennisi ile,

Sağlıkla kalın, selametle.

Önceki ve Sonraki Yazılar