
Hikmet Kızıl
8 Mart Dünya Kadınlar Günü Paradoksu
Kadın, tarih boyunca varoluşun en temel unsurlarından biri olmasına rağmen, sistematik olarak değersizleştirilmiş, nesneleştirilmiş ve sömürülen bir varlık olmuştur.
Modern kapitalizmin soğuk dişlileri arasında yer alan kadın, ekonomik ve toplumsal makine içinde, özgürlük adı altında modern bir köleliğe itilebilirken, bu durumun arkasında yatan güçler, aslında tarihsel bir çöküşün, bir yanılgının ve insanlık değerlerinin unutulmasının izlerini taşımaktadır.
Kapitalist sistem, kadın bedenini ve ruhunu bir meta olarak görüp, onu sürekli tüketim ve üretim döngülerinin, rekabetin ve sömürü çarkının vazgeçilmez parçaları haline getirmiştir.
Kadının toplumsal rolü, ne zaman geleneksel ev hanımı ya da annelik gibi değerlerle örtüşse, o zamanlar bile sistem, bu değerleri çarpıtarak kadını özgürlüğün ve eşitliğin adı altında yeniden tanımlamakla, aslında onun özünü yok edercesine biçimlendirir.
Bu modern çağda, özgürlük iddiasıyla ortaya konan feminizm, başlangıçta kadın haklarını savunur gibi görünse de, çoğu zaman kadını, ailesiz, bireysel ve yalıtılmış bir varlık olarak inşa etmeye çalışır; bu da, kadının toplumsal ve kültürel zenginliğinden koparılarak, adeta yeni bir kölelik biçimine itilebileceğinin göstergesidir.
Günümüz küresel düzeninde, feminist söylemler ve aile karşıtı dayatmalar, kadınların kendi benliklerini, kültürel miraslarını ve geleneksel rollerini sorgulamalarına neden olurken, aynı zamanda onları evrensel bir tek tipli norm ve davranış biçimine uymaya zorlamaktadır.
Toplum mühendisliğinin ince dokunuşlarıyla, kadının gerçek değeri, tarihsel birikiminin, kutsallığının ve özgünlüğünün yerine, soyut ve metalaştırılmış bir ideal yerleştirilmektedir.
Böyle bir düzen, aslında kadının kendi varoluşunu, kimliğini ve benliğini kaybetmesiyle sonuçlanır.
İslam, kadına verdiği değerin, ona biçtiği rollerin ve toplumsal düzenin kökeninde yatan bir adalet anlayışını savunur.
Ancak modern söylem, bu değerleri unutturmaya ve çarpıtmaya çalışarak, kadının özündeki maneviyatı ve özgünlüğü göz ardı etmektedir.
İslam’ın getirdiği, kadına olan saygı, merhamet ve adalet, bugünün metalaştırma ve sömürü düzenine karşı bir direnişin sembolüdür.
Her 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, bu gerçeklerin ve sömürü düzeninin gözler önüne serildiği bir dönüm noktasıdır.
O gün, yüzeyde kutlama ve özgürlük çağrılarıyla dolu görünse de, arka planda kadının gerçek değeri, ideolojik bir eksiklik ve toplumsal bir manipülasyon içinde yeniden inşa edilmeye çalışılır.
Kadının, ekonomik ve kültürel döngüdeki yeri, o kadar derin ve çarpıcı bir paradoksla örülüdür ki, özgürlüğün kılıfı altında adeta yeniden köleleştirilmektedir.
Kadına verilen değerin ve ona biçilen rollerin sömürüsünü anlamak, modern toplumsal yapıların ve kapitalist paradigmanın eleştirisini de beraberinde getirir.
Gerçek özgürlük, kadının kendi kimliğini, geleneksel değerlerini ve manevi zenginliğini yeniden keşfetmesiyle mümkündür.
Toplum mühendisliğinin, evrensel normların ve küresel dayatmaların ötesinde, kadının hakiki değeri, tarihsel bilinç ve kültürel mirasın yeniden yaşatılmasıyla ortaya çıkacaktır.
Bu direniş, kadının özünü, içsel gücünü ve tarihsel hakikatini yeniden savunma mücadelesidir; bu mücadele, ancak özgür, bilinçli ve bütünleşmiş bir varlık olarak kadının yeniden inşa edilmesiyle mümkün olabilir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.