Yasir Polat
Yarınlar Kime Var!
Yağan yağmurların ardından doğan yaz güneşi gibi, hezeyan dolu kâbusların türeyişine mahal vermiş(cesine), her yer ve her hal durmak bilmeyen bir kuyuya atılıyor olan taşı izleye durmuş-casına.
“Nereye bu gidiş” denilmiştir muhtemelen birçok kere, yine birçok yiğitçe.
“Yarını tahmin edemiyor, bugünü bitiremiyor, ne olacak onu hiç kestiremiyor” sözleri dillere pelesenk olmuş, gökleri delercesine uğultuya, nidaya veyahut haykırışa bürünmüş… Ne olacak!
Harbiden sizce ne olacak?
Bir ‘iki bin bilmem kaç bekleniyor” deniyor ya veya “vardır bununda bir açıklaması” sözleri hala vicdanınıza su serpiyor mu?
Günbegün tükenen orta ve alt kesim, gelecek namına hayal kurmayı bırakmışken, evine çocuklarına hanenin net iaşesi dışında –ki onu bile götürmekte zorlanan azımsanmayacak bir kitle var- bir şey götürememenin ezikliğini, bitmiş ve tükenmişliğini yaşıyorken; ulusal bir güce, dünya arenasında bir yere veya karizmaya sahip olmuşluğumuz/nuz neyi ifade ediyor olabilir ki!
Gıda ürünlerinde ki artış enerji birimlerinde ki artışı kovalarken, kira veya ev fiyatlarında ki yükseliş kılık kıyafet, seyahat, eğlence sektörünün birim fiyatlarıyla durmaksızın yarışıyor.
Eskiden “bir tebessümü ömre bedel” olan duygu yüklü anlar, anılar, muhabbetler doğardı. Çok uzak bir zamandan bahsedilmiyor. Hatırlandıkça kalplerde bir sükûnet, göğüslerde ferahlık hissi uyanırdı. Şuan ise; maddi kaygılardan manevi dinginliğe ulaşılamıyor. Muhabbet yoksunu, aile olma, akraba olma, eş dost dürtüleri, ev ziyaretleri, dost muhabbetleri bir bir bitmek zorunda kalıyor. Bir sürü etkeni var iken son zamanların en etkili faktörü maddi yoksunluk.
Her defasında arkadaşlarıma anlattığım bir olayı sizlerle de paylaşmak istiyorum, ha bu olay pahalık dediğimiz sürecin ilk zamanlarına ait;
“Şehrim en nezih mekânlarından birinde oturmuş, daha çaya zam gelmemişken bir çay bir de su sipariş etmiştim. Çayı beklerken yine daha zam yememiş olan tütün tabakamdan sigaramı sararken yan masa da oturanların muhabbetlerine şahitlik ediyordum. İstemsizce tabi.
Konu şöyle ilerliyordu,
- Artık bundan böyle her şeyden kıstım abi.
- Ben de, kısmasan ne yapacan. Dönmüyor ki. Daha geçen hafta ev sahibi neredeyse %x zam yaptı. Hiçbir şeyde diyemedim.
- Desen, “İşine gelmiyorsa çık” diyecek. Kuzenim aynısını yaşadı. Şimdi paşa paşa ödüyor.
- Arkadaşlar bende durumlar daha da vahim, dediğiniz gibi hiçbir şey yapamıyorum. Akşam hanımla oturup “aylık kaç misafir çağırabiliriz” planlamasını yaptık.
- Kaç kişi çağırabiliyorsunuz? (gülüyor)
- Bir (1) aileyi geçemiyoruz abi...”
Ağlasak mı gülsek mi bilemedi.
İnanın devamını dinlememek için onlardan çok uzak bir masaya geçtim. Üstelik dinlediğim bu insanların “Memur” dediğimiz kitleden olması şaşırtıcıydı. Avazımın çıktığı kadar “Arkadaş! Siz yapamıyorsanız bu diğerleri nasıl yapsın” diyesim geldi. Sustum ve defalarca içimden de yargıladım.
Ancak gelinen bu noktaya bakılınca adamların hiçte haksız olmadıklarını fark ettim. Hatta öngörülerinden dolayı kendilerini tebrik etmek gerekiyormuş.
Bunca yeraltı ve yer üstü avantaja sahip iken ve bir de ülkenin iklim acısından avantajı göz önüne alındığında bu sıkıntıların nereden kaynaklanıyor olduğunun üzerinde yoğun bir şekilde çalışmak gerekiyor.
Bu denli sıkıntılı bir sürecin tezahür etmiş olması, akla ziyan.
Ya iktisat mühendisleri olaya dâhil edilip böyle bir ortamın sağlanması arzu edildi ya da politik yetersizliğin kaçınılmaz sonucu olarak tezahür etti.
Ama net olan şu ki, ülkenin en alt tabakası olarak nitelendirilen “Asgari Ücretli” çalışanların en asgari şekilde yaşıyor olduğudur.
Ne olacak? Nerede son bulacak? Yarın neyin habercisi bilmiyorum.
İnterneti açıp umut verici analistleri dinliyorum.
Kendimi kandırmak istiyorum!