Yasir Polat
Kürsüye Veda Eden İmam Hatipli
Esrarengizliklerle dolu buhranlı dünyanın, bahar ışıltılı yarınlarına umut olabilme aşkını, barındırıyor olanların olması ne kadar güzel.
Dolup taşan her yürek gibi, renk renk çiçekli bahçelerin, ovalarında uçuşan uçurtmaların ve onları oldukça olgunlukla yönlendiren çocukların var olduğunu bilmek, hayalden ya da günümüzün karanlık günlerinden sıyrılabiliyor olanların olduğunu bilmek…
İnanın yarınlar için, gelecek ve gelecekte doğacak olan her şey için bir umudun olduğunu, şuandan, şu demden itibaren filizlendiğine şahit olmak… Doğru değil belki ama hatta ahlaki de değil ama az buçukta olsun vicdan rahatlığı veriyor.
Zamanın süzgeci diye tabir edilen, sıralandığında birçok olumsuz vakanın dizildiği bir sürecin çocuğuyum.
“Körfez savaşında doğan, sağın ve solun durmak bilmeyen çatışmalarını hayal meyal hatırlayan, dolumu dolu bir bilinçaltına sahip olan, sonrasında 15 Temmuz darbe girişimin sabahında hayatının anlamıyla bir ömre söz vermenin rutin töreninden tutunda, evliliğinin yine manidar bir tarihe denk gelmiş olması ve dahası kızımın 12 Eylül’de hayata merhaba demesi gibi üst üste gelen tarihlerin, zaten hayat serüvenimin pek doğal olmayacağını tüm süreç boyunca hatırlatmaktan geri durmamıştır.”
Bu doludizgin sürecin en başından şuanına dek en anlamlı, ders nitelikli, örnek olucu, idolüm denilebilecek bir bireyin, neredeyse saniyesi saniyesine şahitlik etmiş olmanın onurunu taşıyorum.
Onur atfeden bu bireyden kısaca bahsetmek isterim, müsadenizle;
“Çok zaman öncesine ve zamanın oldukça sonrasına talip olan bir adam…”
Yaşadığı coğrafyanın görev olarak verdiği memuruyeti boyunca değdiği onca kalp, dokunduğu yüzlerce yüreğin kendisine tonlarca dua olarak döndüğüne, bizatihi şahitlik edenlerden biri olarak takdire şayan bir hayat hikâyesi olduğunu ifade edebilirim.
Öğrenciliğinin maddi sıkıntılar ile dolu geçtiğinden dolayı okumakta oldukça güçlük çekmesine rağmen, mahrumiyetler içerisinde onu okutmaya çalışan ailesinin temennilerini karşılıksız bırakmamak için, en azami gayreti göstererek, ülkenin en zor ve karanlık zamanlarında ‘İmam Hatipli’ olmanın gururunu taşıyordu.
Öyle bir İmam Hatipli idiler ki, hani derler ya “Dosta güven düşmana korku salarlardı” özlü sözünün can bulmuş halleriydiler. Halleriydiler diyorum, çünkü o zamanın neredeyse tüm İmam Hatiplileri öyleydiler.
Bir zaman il dışında görev yapmış olsa da, bir süre sonra memleketinin falanca köyünde göreve talip oldu.
Yirmi küsür yıl görevini ifa ettiği köyde, akrabalar edindi, dostlarla yürüdü, İmam hatipli olmanın görevlerini yerine getirmekle yetinmeyip İnancı doğrultusunda birçok faaliyette bulunarak, Allah’a olan sorumluluklarını beşeri kabiliyetice elinden geleni yaptı.
İyi olmanın, iyi için mücadele etmenin elbetti ki yan etkileri olmuştur, olacaktır da.
Kötüleri, iyiye karşı olanları düşman edinmek gibi… Hayatı boyunca, iyilerin dostu kötülerin doğal düşmanı oluverdi.
Tüm azami gayreti boyunca ailesi, aile efradını, özellikle de çocuklarını asla ihmal etmeyip, ahlak ve eğitim açısından müthiş bir örneklik teşkil etti. Birebir başında durup yapbozları birleştirmedi ama her adımı, her hareketi erdemli bir örnekti zaten.
Akrabalarını, dostlarını ihmal etmediği gibi onların dertleriyle uğraşmakla kalmayıp gecelerini uykusuz geçirdiği dahi oluyordu.
Mücadeleci ruhu, eğitim aşkı ve eğitme azmi oldukça yüksek olmasıyla beraber boş durmaktan, faydasız geçen her andan iğrenen biri olmanın asilliğini taşıyor.”
Onlar, toplumda öncü olarak bilinirler. Zaten sizde okumuş veya duymuşsunuzdur “iki kişi bir araya geldiğinizde birinizi imam seçiniz.”diye bir prensip söz konusudur. Bu da durumun vehametini ortaya koyuyordur.
Ancak yaşadığımız asırda, bu öncülüğün içi boşaltılmış, genel anlamada ifa edilen inançsal bir görev değil de maddi karşılığı olan sıradan bir memuriyet gibi olmuş olması, toplum için ne kadar acı bir durum ise de görevi ifa eden memur için çok daha vahim bir durum. (Bu bir genelleme değildir, elbette ki işini Allah rızası için yapanlarda mevcut. Ama sayarken, bir elimin parmakları yeterli oluyor maalesef!)
Tebliği sadece kürsüye çıkıp, elinde ki kâğıdı ezberleyerek, bir de sesin ve hitabetin güzelse haykırarak eyleme geçirilen faaliyet olmadığını, bil hassa benden daha iyi bilindiğinden eminim. Toplumsal, her türlü sorunun ortasında olmak ile beraber, hakemlik, sorun çözme, doğruyu belirterek yanlıştan uzak tutmaya kadar birçok görevin ilk sorumluları olarak bilinirler.
İşte bahsettiğim İmam Hatipli, tam da bunların ehliydi.
“Her sorunun ortasında, her kavganın hakemlik görevini üstlenmekten çekinmez, ihtiyacı olan genç, ihtiyar demenden yanında bitiverirdi.
Görevini ifa ettiği köyde, köyün genel anlamada cemaati yaşı ilerleyen amcalarımızdan oluştuğu için Türkçe bilmiyor oluşları doğaldı. Bu sebepten ötürü vaazlarına Kürtçe hazırlanır, zerre takılmadan her bireyin anlayacağı seviyede seslenişini gerçekleştirirdi. Düşmanlıkların, kavgaların ortasında en belirgin yatıştırıcı olarak göze çarpardı ki hâlâ öyledir.
Küsleri barıştırır, aileleri bir araya getirir, komşuluk haklarını uygulamalı bir şekilde anlatır, gösterirdi.
Camilerimizin sadece beş vakit namazı ifa edeceğimiz bir yer olmadığını, toplumsal, mahallesel sorunların çözümü için toplantıların yapıldığı, çözümlerin istişare yoluyla bulunup sonuca gidilme yöntemlerinin tartışıldığı yer olduğunu oradan hatırlıyorum.
“Bir benzeri olmadığından, unutmak üzereyim.”
Bir hafta evvel sağlık sorunları nedeniyle İslam’ın halife, öncü diye nitelendirdiği imamlık görevine veda etti. Neredeyse kırk yıllık görev, bir imza ile sona erdi.
Kürsüler gençlere, inşallah en az onun kadar erdemli, eğitimli, azimli ve de gayretli bireylere kalmıştır.
O benim gördüğüm en kral imam, en harbi Baba olmuş, olmaya da devam etmektedir.
Biz senden razıyız Hacı Hoca’m, Allah’ta senden razı olsun.