Hikmet Kızıl
“Bir bozuk saattir yüreğim. Hep sende durur.”
"Asra (zamana) yemin olsun ki inşan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır."
Kur'an-ı Kerim (Asr Suresi: 103)
Osmanlılarda Muvakkit adı verilen kişiler vardı, bu kişiler eskiden namaz vakitlerini hesaplayan ve bunlarla ilgili âletleri kullanıp, tamir ve ayarını yapan kimselere verilen isimdir.
Muvakkitler camilerin yanında bulunan muvakkithâne denilen yerlerde kalırlarmış. Muvakkithâneler vaktin tayini ve bunlara ait âletlerin ayarı ile uğraşılan bir mekân olduğu için, bir çeşit rasathane sayılmıştır. Muvakkitler, vakitlerle ilgili hesaplamada kullandıkları usturlap, güneş saati, rubu tahtası, kıblenüma ve saat gibi âletlerin ayar ve tamirlerini iyi bilen kişilermiş.
Meşhur beyitte;
Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat.” Diyordu şair Sâbit. Yani:
En uzun geceyi; işi, onu hesaplamak olan müneccime, muvakkite sorma; onlar bilmez. Gecelerin kaç saat olduğunu gama tutulmuş olana sor.
İnsanoğlu zamanı ölçmek için tarih boyunca çok uğraştı. Çünkü zamana hükmedebilmek için onu ölçebilmek gerekiyordu. Bunun için birçok yöntem denedi. Bu yöntemler zaman içinde mükemmelleşti ve kusursuzluğa ulaşarak bugünkü halini aldı.
Mısırlılar, milattan dört bin yıl kadar önce zamanı ölçmenin yolları ararken, güneşin her gün tekrarlayan hareketlerini kullanmayı denediler ve bunun neticesi olarak güneş saatini icat ettiler. Ama bir şeyi hesap edemediler saatin en önemli eksiği, güneş battıktan sonra çalışmamasıydı!
İlk güneş saatinin icadından bu yana, insanoğlu daima zamanı ölçmek ve kaydetmek istedi. Artık bugün, hem sessiz dijital saatler hem de tik-tak diye ses çıkaran saatler kullanabiliyoruz. Oysa bu saatlerin ataları olan klepsydralar ve su saatlerinden çıkan yegâne ses, su damlamasıydı. Alt kısmındaki borudan akan suyun miktarını ölçen çizgilere sahip basit bir vazodan ibaret olan klepsydra saatleri, MÖ 1500 yılından önce Mısır’da kullanılmaktaydı.
Su saatinin temel prensibi, suyun düzenli bir şekilde bir kaba veya bir kaptan dışarı akması üzerine kuruludur. Güneş saatinden sonra, muhtemelen MÖ 16. yüzyılda yine Mısırlılar veya Babilliler tarafından kullanılmaya başlandığı kabul edilir. Çok daha eski zamanlarda Çin’de kullanıldığı da iddia edilir. Her taşın altından Çinliler çıkıyor dediğinizi duyar gibiyim.
Kum saatini hepimiz biliriz, İki tarafı geniş, ortası dar bir cam fanusun içindeki kumun, bir taraftan diğer tarafa geçtiği bir mekanizmadır. Ölçtüğü süre sabittir; bu nedenle zamanı ölçme konusuna tam olarak hakim olduğu söylenemez. Ancak bugün dahi kullanımda olması, işe yaradığının da göstergesi sayılmalıdır.
İlk kum saatinin kimler tarafından ne zaman kullanıldığı tartışmalı bir konudur. Avrupa’da 8. yüzyılda kullanılmaya başlandığı bilinmektedir.
Tarihte ilk kurmalı saat, 1524 yılında Almanya’da yapıldı. Çok geçmeden mekanik saatler üretilmeye başlandı. Ancak neredeyse iki yüzyıl boyunca, bu saatler daha çok aksesuar gibi görüldü ve kullanıldı. Zaten çok dakik oldukları da söylenemezdi.
700’lerde saat teknolojisinde bir devrim niteliğinde olan sarkaçlı saatler üretilmeye başlandı. Sarkaçlı saatler günde sadece 1 saniye şaşıyordu. Bu bir mucizeydi o zamanlar için. Daha sonra bu saatler çoğumuzun evlerinde baş köşeyi aldı.
İnsanlar uzun yüzyıllar boyunca sürekli çalışmasını sağlamak için saatlerini kurmak zorunda kalmışlardı. İnsanoğlunu bu yükten kurtaran yenilik, 1950’lerde gerçekleşti: İlk pilli saat üretildi. Artık pil bitene kadar saatler kurmaya gerek kalmadan tıkır tıkır çalışıyordu.
1980’lerde, elektronik saatlerin hayatımıza girmesiyle bir devrim yaşandı. Böylelikle saat üretim maliyeti çok düştü, herkesin saat sahibi olması kolaylaştı.
Yeri gelmişken saatler ile ilgili önemli bir isimden bahsedelim; 13. yüzyılda su saatleri ve El-Cezerî adındaki Diyarbakırlı bir dâhiyle başlanmıştır.
Müslüman ve son derece becerikli bir mühendis olan bu dâhi, otomatik makine fikrinin ilk tohumlarını attı. El-Cezerî, Eski Yunanlı ve Hintlilerin bilimsel buluşları ile makine tarihi başta olmak üzere eski medeniyetlerden ilham almaktaydı.
Editörlüğünü Salim T S Al-Hassani’nin üstlendiği 1001 İcat Dünyamızda İslâm Mirası adlı kitapta anlatıldığına göre;
1206 yılına gelindiğinde El-Cezerî, Diyarbakır'da Artuklu sultanlarının hizmetinde olduğu bu dönemde, her şekil ve ebatta saatler yapmış bulunuyordu.
Dönemin sultani, Selahaddin Eyyubi'nin oğlu olan Nas’îrûddîn, El-Cezerî’ye şöyle demişti: “Vakit ve emek sarf ederek eşi benzeri görülmemiş makineler vücuda getirdin. İsterim ki bu eserlere harcadığın vakit ve emek zayi olmasın. Bunun için senden isteğim şudur ki benim için, ayrı ayrı icat ettiğin her şeyi bir araya getiren ve seçtiğin icatlarımı resimlendiren bir kitap derleyesin."
Artuklu hükümdarının bu isteğinin meyvesi, “Olağanüstü Mekanik Araçların Bilgisi Hakkında Kitap” adlı eser olmuştur. Su saatleri dâhil olmak üzere, altı ayrı kategori altında elli kadar mekanik aletin tarif edildiği bu kitap, farklı alanlarda çalışan mühendisler için paha biçilmez bir kaynak haline geldi.
Müslümanlar, her gün doğru saatlerde ibadet edebilmek için zamanı bilmek durumundaydılar. Ezanın vaktinde okunabilmesi için camilerde saatin bilinmesi şarttı. Ayrıca Ramazan orucunun ne zaman tutulacağı, bayramların ne zaman kutlanacağı Hacca ne zaman gidileceği gibi önemli olaylar için de zamanın bilinmesi gerekmekteydi.
Tüm bu ihtiyaçlar, Selahaddin Eyyubi’nin oğlunun bahsettiği ‘’eşsiz makinelerin’’ arasına Filli Su Saati’nin de katılmasına vesile oldu. Zamanı göstermesinin yanı sıra, statü, azamet ve zenginlik simgesi olan bu ihtişamlı saat, hareketli figürleriyle zamanı bildiren ilk robotik ve otomat uygulamalarını barındırmaktadır.
Mısırlılar gökyüzündeki 36 yıldızı ve yıldız kümesini gözlemleyerek bir yılı on günlük 36 parçaya ayırıyordu. Bu yıldızlardan 18’i gün batımı ile gün doğumu arasındaki zamanı ölçmek için kullanılıyordu. Alacakaranlık zamanlarını belirlemek için üçer yıldız kullanılırken, 12 yıldız gökyüzünün tam olarak karanlık olduğu dönemin daha küçük zaman aralıklarına bölünebilmesini sağlıyordu. Bu yıldızlardan her birinin ortaya çıkışı bir saati gösteriyordu. Ancak Mısırlılar gündüzü ve geceyi bugünkü gibi 12’şer saatlik bölümlere ayırmışsa da saatlerin uzunluğu birbirine eşit değildi.
Gündüzü ve geceyi daha küçük zaman aralıklarına ayırmak için 12’li sayı sistemini kullanmalarının ise farklı sebepleri vardı.
Bunlardan biri o dönemde sayı saymak için çoğunlukla parmaklardaki eklemlerin kullanılması, bu yöntemde her bir eldeki başparmak kullanılarak diğer dört parmaktaki eklemler sayılıyordu. 12 aynı zamanda bir yıldaki Ay döngülerinin sayısını gösteriyor.
12’li sayı sisteminin tercih edilmesinin sebeplerinden birinin 12’nin tam sayı bölenlerinin sayısının fazla olması olduğu düşünülüyor.
Zaman hayattır. Zamanı idrak eden, kıymetini hakkıyla takdir eden insan yaşıyor demektir.
Her şey zaman içinde olup bittiğine göre hayat zamanı idrak etmekle başlar. Zamanı kullanmasını bilenlerdir ki medeniyetler kurmuş ve arkalarında onları unutturmayacak eserler bırakmışlardır.
Bir günde gidilecek yere bir saatte giden şimendiferin icat edildiği kendisine haber verildiğinde bir Hindu; “Geri kalan saatleri ne yapacağız?” diye sormuştu.
Saatte beş dakikanın günde 1 saat ettiğini, günde bir saatin ayda otuz saat, yılda on beş gün ettiğini düşündük mü?
Bir gecede uyuduğumuz sekiz saatin senede dört ay uyumak demek olduğunu hatırımıza getirdik mi?”
Zamanı değerlendiremeyen, ömrünü boşa geçirmiş olur.
Zamanın kıymetini bilmek dileğiyle…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.