Ömer Çelebi
Başaracağız
Diken üstündeyiz.
Büyük bir kaygı bozukluğu berildi.
Virüsle beraber ‘Koronafobia’ isimli bir psikolojik vaka da ortaya çıktı.
Her yönden bir ses geliyor: ‘Evde kalın, sosyal mesafeyi koruyun, virüs çok hızlı bulaşıyor…’
İnsan yaratılış gereği ‘korku ve ümid’ arasında yaşar.
Korku; araştırma, geliştirme, yeni bir inkişaf, yeni bir icad, tedbir ve savunma mekanizması için büyük bir nimet…
Ümid; korkunun verdiği hissiyatı bozan, insanda efsunlu bir his, tatlı bir bekleyiş hali…
Her iki de olmazsa olmaz.
Korku olmazsa tedbir olmayacak.
Ümid olmazsa insan pozitif enerjiyi yakalamayacak ve yenik düşecek.
İşte hastalık endişe ve kaygı duymamız sınırları aşmadıkça, stres girdabına girmedikçe aslında iyidir.
Evet, yanlış duymadınız; iyidir.
Ama her ne olursa olsun ümidli olmak, ümidle yaşamak daha daha iyidir.
Bir önceki yazımda ’14 yıllık hastalıkla mücadele’ hikâyemi sizlerle paylaşmıştım.
İşte ümidli olmak her çetin zorluğun üzerinden gelecek kadar çok büyük bir ilaç ve ‘başarmak’ için büyük bir tedavi yöntemidir.
Koronavirüsü ‘tedbir ve ümid’ zırhını giyerek yenmeyi başaracağız.
Başarıyı hastalığın iyi yönlerinden bakarak aslında yeneceğiz.
Mesela hastalık olmasa idi bu beden elbisenin kıymetini anlamamız imkânsız olacaktı.
Özellikle kişisel temizliğe, çevrenin korunmasına ve birlikte yaşam kültürünün daha da kuvvetlenmesine sebep olmadı mı hastalık?
Kitleler arasındaki etkileşimde daha tedbirli olmayı, her türlü mikroorganizma salgınına karşı nasıl mücadele etmemiz gerektiğini artık kahir ekserimiz öğrenmedi mi?
Çevre kirliliği, iklim değişikliği ile alakalı pozitif yönde çok önemli istatistikler var.
Var da var…
Hastalık korkusu; şükretmeyi, iktisatlı davranmayı ve israfın kötü olduğunu göstermedi mi?
Suriye’de sevdiklerinden koparılan insanların, Afrika’da yeterince yiyecek stoku yapamayan esmer kardeşlerimizin, savaştan kaçan Afgan göçmenlerinin halini bir nebzede olsa öğrenmedik mi?
Ya, Yemen’de açlıktan ölen çocukları kim akla getirecekti?
Kırmızı elbisesi ile deniz dalgalarının karaya vurduğu Aylan ve elleri ile kanını silen Ümran çocukları kaçımız akla getiriyoruz ki?
Ben korku ve endişe ikliminden bunları düşünerek ümitleniyorum.
Enerjimi bundan alarak yaşıyorum.
Aynı gezegende yaşıyoruz, aynı güneşi ve yıldızı paylaşıyoruz.
Ama artık zenginle, fakir; güçlü ile güçsüz eşitlendi.
Mazlumla zalim de…
Daha doğrusu ‘eşitletildi.’
Rastgele hiçbir şey olmuyor.
Evrende hareket eden hiçbir şey başıboş değil, ekosistemi tamamlayıcı bir unsuru ve her canlının öğretilmiş bir görevi var.
İleride nasıl bir sonuç doğuracağını bilemiyoruz, her şey madum…
Demek yaratıcı bizim bilmediğimizi biliyor ve önlem alarak mücadele etmemizi bekliyor.
Hem mistik bir mesaj veriyor.
Göz eşik değerinin çok ama çok altında ancak basit bir hammadde ile olağanüstü bir yaratılışı insana sergiliyor.
Yaratıcı önümüze uzaylıları, gulyabanileri, üç harflileri, kısaca başka spektrumlarda varlıkları somut bir şekilde dizip savaşın deselerdi emin olun insanlık bu kadar kaygıya düşmeyecekti.
İşte böbürlenen, kibirlenen insana ve önemlisi gaflete düşenlere ‘Bakın! Gözle göremeyecek kadar askerlerim var, yaratıcınız benim’ diyor.
Evet, insan aciz bir varlık. Bir virüsle baş edemeyecek kadar aciz…
Saatte 110 bin km hızla dönen bir dünyada yaşıyoruz sonuçta.
Evrende bir nokta kadar yer kaplamayan koca sistemin terbiye ve idarecisi dilese virüs değil kâinatı anında herc-ü merc eder.
Uçağa bindik, emniyet kemerimizi taktık ve şimdi de pilotlara emanet olacağız.
İşte bu misal gibi bu virüse karşı da tedbirimizi alarak ‘teslimiyet’ hissi ile mukabele edeceğiz.
Ve sonunda biz başaracağız...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.