Ateş Sadece Düştüğü Yeri Değil İçimizi de Yakıyor

Son bir aydır Türkiye’nin her tarafından gelen intihar haberleri duyarlı insanları ciddi bir şekilde düşündürmektedir.

Kahta gibi yarı muhafazakâr bölgelerde ise intihar olaylarının olması daha da düşündürücüdür. Yaşları yirmi dolaylarında olan bu gençler daha hayatın baharındaki gencecik fidanlardır. Neden bu gençler intihara teşebbüs etmektedirler? Doğru yanlış fark etmez ama mutlaka bu gençleri buna iten bir sebep vardır. Bu sebeplerin yanı sıra toplum olarak bu gençleri ihmal etmemiz söz konusudur. Bir anne baba, bir arkadaş, bir öğretmen ve yönetici olarak bu insanları ihmalimiz söz konusudur. Okul, eğitim camiası ve bütün sosyal kuruluşlarımız hepimiz sorumluyuz. Yaşadığımız bu mekanlarda hiç kimsenin etrafındaki olaylara bigâne kalması insani bir davranış değildir. İntihar eden genç hepimizin yüreğini yakmaktadır. Elbette ateş düştüğü yeri yakar fakat karşıdan yüreklerimiz de yanmaktadır.

Covid-19 salgını sonrasında gençler başta olmak üzere aile geçindiren insanımız birçok psikolojik sorun yaşamaya başladı. Daha önceleri takdir ve teşekkür getiren genç salgın sonrasında kendisini boşlukta his etmeye başladı ve hiç ders çalışamaz oldu. Öğrenciler salgın döneminde alıştıkları bilgisayar, tablet ve telefonların bağımlısı haline geldiler. Oyun ve eğlenceye verdikleri zamanın %10’nu dahi derslere veremediler. Anne babalar ve öğretmenler bu durum karşısında aciz kaldılar ve ne yapacaklarını bilemediler. Çok sert müdahaleler de yumuşak tavırlar da bir fayda getirmedi. Bu durumu baştan düşünüp de önlem alan okul ve velilerin çabaları belli bir oranda faydalı oldu fakat genellikle gençler başarısız oldular. Belki aileler bu durumu fazla önemsemedi fakat bu durum öğrencilerde bir travmaya yol açtı. Kimisi her şeyin bittiğini sandı, istenmeyen davranışlara sürüklendi. Bu durumu önümüzdeki eğitim ve öğretim yılında daha çok his edeceğiz. Allah etmesin uyuşturucu bağımlılığı daha da artabilir.

Bu durumu siyasi malzeme yapmak isteyenler de olabilir; fakat hiç kimsenin bu hassas konuyu siyasi mecralara çekmeye hakkı yoktur. 2000 yıllarında Batman’daki intihar olayları gündem olmuştu. Sanırım şimdi o zamanki intihar olaylarını araştıranların araştırma sonuçlarına bakmak gerekir. Sosyal olaylar birbirinin tıpkı aynı olmazlar fakat benzerlikleri mutlaka olur. Aynı dönemde Kâhta’da da 6 tane intihar vakıası yaşanmıştı, onların da sebepleri bize önemli ipuçları verir sanırım. Arada yirmi yıl geçti. Durum elbette farklıdır. Burada sebepleri tek tek sıralamak mümkün değildir fakat genel olarak anne-baba, okul-öğretmen, yönetici ve özellikle dini eğitim ve tebliğle görevli diyanet camiasının bu olayı iyi düşünmesi gerekir. Vakıalar, kendi haline bırakılmadan sebep ve sonuçlarının iyi tahlil edilmesi gerekir.

Çağın değişmesiyle kullandığımız eşya, ulaşım araçları ve iletişim araçları de değişmektedir. Bu değişim hayatın her alanını etkisi altına almaktadır. Evde, işte, okulda, camide vs. her alanı etkilemektedir. Biz anne baba olarak, öğretmen ve din eğitimcisi olarak, işçinin başında işveren olarak, şehri ve ülkeyi yöneten yönetici olarak yeni gelişmelere maalesef ayak uyduramıyoruz. Gençlerle ilişki biçimimiz asırlar öncesinin ilişki biçimi. “Genç gelsin benim önümde diz çöksün. Bana saygıda hiç kusur etmesin. Ben uygun gördüğümü ona söyler, uygun gördüğümü ona anlatırım.” tarzında bir ilişki biçimi. Anne baba, öğretmen, yönetici ve din eğitimcisi vs. hepimizin tarzı bu maalesef.

Dünya artık bir köye dönüşmüştür. Bilgisayar, tablet ve cep telefonları vasıtasıyla en uzaktaki insanlarla bireysel, sosyal ve duygusal ilişkiler olmaktadır. Kapalı kapılar arkasında anne baba ve başkalarının hiç göremeyeceği bir şekilde bu iletişim aletleriyle gençlerin birbirileriyle ilişkileri olmaktadır. Bu gizli ilişkilerinde Allah korkusu ancak insanı dizginleyebilir. Allah inancı neyin iyi ve neyin kötü olduğunu düşündürtebilir. Anne baba ve eğitimcilerin öncelikli görevi, Allah inancına sahip bir gençlik yetiştirmektir. Dini ve milli eğitimin bu minval üzere olması gerekir.

 Dini ve milli eğitimin müfredatlarına bakıldığında bunlar yeterli olmasa da teoride mevcut fakat uygulamada sorun var. Ebeveynler, öğretmen ve din eğitimcilerimizin yaklaşım ve ilişki biçimlerinde sorun vardır. “Gence bundan uzak dur, bunu yap veya yapma, bunu yapan kafir olur.” tarzında bir ilişki biçiminin artık faydası yoktur. 2022 de yeni piyasaya sürülen bir cep telefonu, tablet veya bilgisayar 1990’ların formatıyla çalışmaz. Çalışırsa da son derece verimsiz olur. Allah ve peygamber inancının, çağın gereklerine göre öğretilmesi gerekir. Gencecik yavrularımızı, beş yüz yıllık elbiseyi giymeye zorlamanın bir anlamı yoktur. Evlerimiz, giydiğimiz elbiselerimiz, eğlendiğimiz mekanlar son derece modern, bizim ve çocuklarımızın ellerinde son model cep telefonları var ve biz bu gençlerin Hz. Ali ve Fatıma gibi dört dörtlük bir İslami hayat yaşamasını beklemekteyiz. Bu bir çelişkidir. Kendi kendimizle çelişmekteyiz.

Yegâne çözüm kesin bir kararlılıkla, gençliği yeniden inşa edecek bilgi ve becerilerle bir eğitimin verilmesidir. Ebeveyn, öğretmen, yönetici ve din eğitimcisi her kesin elini taşın altına koyması gerekmektedir. Kedi ve köpeklerin hatta en vahşi hayvanların dahi eğitildiği bir dünyada gençlerimizi eğitimsiz, kendi canına kıyan, başkalarının hak ve hukukuna riayet etmeyen bireyler olmasına müsaade etmeyelim. Gençlerimize, iradelerini doğru bir şekilde kullanmalarını öğretmemiz gerekir. Ellerine geçmeyen şeylerden ötürü üzülmemelerini, ellerinde olan şeyleri değerlendirmelerini; kaybettikleri şeylerden, başına gelen sıkıntılardan üzülmek yerine hayatın devam ettiğini, her başarısızlığın yeni gelecek olan başarının bir başlangıcı olduğunu onlara öğretelim.

Selam ve dua ile.

abdullah-yekta.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar