Mehmet Aluç
Laiklik Ve Şeriat Sarmalında Yeni Dünya
Türkiye'nin başörtüsü özelinde geride bıraktığı yeni anayasa oluşturma sürecinde reel anlamda halkın dini, siyasi, kültürel değerlerini ve beklentilerini dikkate alma noktasında ne tür sıkıntılar yaşadığı var olan bir gerçektir. Yeni anayasanın spesifik olarak laiklikten fikirsel olmasa da terimsel olarak bağımsız olması asla düşünülemez. Laik sistemin kökeninin batı (Fransa ve İngiltere) Hıristiyan kilise düşüncesinden ve uygulamalarından doğduğunu kimseye anlatmaya gerek duymayanlar, en çok laikliğin savunuculuğunu yapanlardır. Laikliğin, 16. yüzyılda batıda meydana gelen Reform ve Rönesans hareketinin stabil Hıristiyanlık dini ve papazların gayri insani eylemleri üzerinden ortaya atılan sorunlara paralel olarak ortaya çıktığını kabul edenler, ne yazık ki İslâm ve Müslümanlar için de aynısı geçerlidir anlayışına istinaden, Türkiye'ye de kopyalama usulü ile aktarıldığı gerçekliğini kimseden saklayamazlar.
Öncelikle Türkiye'de laikliği arzu edenlerin laik sistemden anladıkları nedir? Şayet laiklik, din ve düşünce konusunda özgürce yaşamak olarak tanımlanıyorsa (buna karşı kimsenin olmaması gerekir), 28 Şubat 1997'de Türkiye'de laiklik olduğu halde neden başörtüsüne, dini inançlara, câmilere, imam hatiplere karşı bir alerji oluşturuldu ve bunlara haksızlık yapıldı diye sormak gerekir? Laiklik adı altında yapılan bazı yanlış uygulamaların Türkiye'ye faturasının çok kabarık olduğu gerçeğini de kimse örtbas edemez. Şapka kanunundan ezanın Türkçe okunmasına, başörtüsünden Kur'an kurslarının kapatılmasına, imam hatiplerin mağdur edilmesinden memurların namaz kılmasına, katsayı haksızlığından hür yaşamaya, dini ulemanın istiklal mahkemelerinde idam edilmesinden özgürce yazmaya kadar Türkiye'de yaşayan muhafazakâr Müslüman kesim, her ne çekti ise laikliğin yanlış anlaşılmasından çekti. Çünkü yukarıda değinildiği gibi batıda laiklik, kilisenin din (Hıristiyanlık) adına yaptığı bütün (kilise ve Hıristiyan din adamlarının hükümdarlığı, engizisyon mahkemelerinin hukuksuzluğu, maddi çıkar sağlamak için cennetten mal, mülk satma, papazların zevk-ü sefaya düşkünlüğü, kilisenin tehdit olarak gördüğü tarikatları ortadan kaldırması v.b.)eylemlerine karşılık ortaya çıkarken, Türkiye'de de sanki Hıristiyanlık adı altında papazların yaptığı mezkur şeylerin hepsini İslam emrediyor ve Müslümanlar da yapıyor gibi algılandı ve ona göre tavır alındı. Bunun böyle anlaşılması ise birçok hususun toptancı kafasıyla sorunlara dönüşerek geleceğe aktarılması sebebiyetini doğurdu. Hâlbuki Atatürk'ün yaptığı şu tanımlama unutuldu: "Türkiye Cumhuriyetinde herkes Allah'a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini düşünceleri nedeniyle bir şey yapılamaz. Hoşgörülü insan, herhangi bir kimsenin vicdani inançlarına karşı hiç bir kin duymayan, saygı gösteren kimsedir."(A. Göze, İnkılap Tarihimiz ve Atatürk İlkeleri, Fakülteler Matbaası, Sayfa 402-405, 2. Basım,1985 İstanbul)
Atatürk'ün zikrettiği hususların hangisini farklı zamanlarda bir araya gelenlerin sloganik pankartlarında görüyoruz? Laiklik, İmam Hatipleri kapatmak mı? Laiklik, Müslüman olanları gericilikle itham etmek mi? Laiklik, şeriat istemiyoruz adı altında, İslâm'a karşı olmak mı? Şayet İslâm gericilik ise, bu kendini anti gerici atfedenlerin Türkiye'ye kazandırdığı bir tek faydalı bir şey var mı? Sanat, edebiyat, kültürel, bilimsel, tıbbi anlamda ürettikleri tek bir şey bulabilir misiniz? Hâlbuki Müslüman olanları gerici olarak topluma lanse etmeye kalkışanlar, İslâm âlimlerinin bilim, edebiyat, sanat alanında yaptıklarını araştırsalar, kendi cahillikleri ile yüz yüze gelmeleri kaçınılmazdır. Ama ne yazık ki bütün cahiller cehalet ile savaş içinde olduğunu iddia ederler. Tıpkı şimdikiler gibi.
Şeriat adı altında Müslümanlara ve İslâm'a yapılan hakaretlerin haddi hesabı yoktur. Bu yegâne sorunun özü, şeriatın da tıpkı laiklik gibi yanlış anlaşılması ve tanımlanmasıdır. Şeriat nedir sorusuna gelince: Arapça kökenli bir sözcük olan şeriat; “bir yöne doğru açılarak uzayıp gitmek, açık olmak; açık hale getirmek” anlamındaki “şer” kökünden türeyen bu kelime, “insanların ya da hayvanların su içtiği, açıkta olan ve kesilmeyen akarsu; bu suya giden yollar” manalarına gelmektedir. İslami literatürde ise, İslam'a ait dini, ahlâki ve hukuki hükümler bütünü anlamına gelerek ve İslâm ulemasının görüş ve yorumlarıyla oluşturulan dini kanunlar toplamıdır.
Musa Carullah'a göre: "İslam şeriatı, nebilerin lisanı ile tebliğ edilmiş önceki şeriatların, hayatın gerekleri ve tecrübesine göre vaz'edilen hukukların, kanunların en güzel ve mükemmel nüshasıdır." şeklinde tanımlanmaktadır.
Kanunların oluşumu insanların isteklerinden, yaşam şekillerinden ve davranış değişikliklerinden öteye gitmez. Fakat bazı kanunlar vardır ki bütün dinlerde ve tüm insanlar arasında aynı realiteye sahiptir. İnsan öldürmek, hırsızlık yapmak, tecavüz gibi şeyler kötü telakki edilirken, insanlara yardım etmek, ahlaklı olmak, ibadet etmek de olumlu olarak kabul görülen toplumsal kurallardır/kanunlardır.
Şeriat meselesinde anlama kapasiteleri geri planda kalanlar, buradaki sorunu şeriattan kastın cezalandırma sorunu ekseninde kabul edip, peygamber dönemi sistemi/yaşantısı ile günümüz sistem ve yaşayışını aynı kategoride değerlendirmeleri sorunudur. İslâm'ın özünü ve evrensel mesajını anlamayanlar, Afganistan'da Ferhunde Muhammed'in vahşice öldürmesini, Suriye'de ve Irak’ta kafa kesenleri, İran'da/Arabistan'da insanların asılmasını topyekûn şeriat ve İslam ile eşdeğer kabul ederler.
İslam, hiçbir surette cezanın fiiliyatının evrenselliğini içinde barındırmaz. Fakat asıl mesele cezanın uygulanabilirliği meselesidir. Yani asıl olan cezadır, cezanın çeşitliliği değil. Kur'an'ın ilk indirildiği ortamda el kesme (Maide Suresi 38. ayet), yüz sopa vurma (Nur Suresi 2. ayet), kadınları dövme (Nisa Suresi 34. Ayet),recm gibi nadirattan olan cezaların, sanki sürekli ve kati'yen peygamber tarafından uygulanmıştır gibi göstermek, hem İslam ile bağdaşmaz ve hem de Müslümanlara büyük zararı vardır. Bu konuda İslam ulemasının üzerinde kafa yorması gereken şey abdesti bozan, orucu bozan şeylerden öte, ceza sisteminin evrenselliği ve uygulanabilirliği meselesidir. Aksi takdirde hem Müslümanların başı bir türlü bu sorunlardan (şeriat)kurtulamaz, hem de Müslüman düşmanlarının şeriat adı altında İslam ile savaşları bitmez.
Duyurunun Duyurusu: Düşünen Gençlik Aranıyor