Hikmet Kızıl
Geleneklerimiz, Bizi Biz Yapan Değerler ve Taziye Yemekleri Üzerine
Gözümüzü dünyaya açtığımız andan itibaren bizi saran, bize rehberlik eden ve kimliğimizi inşa eden görünmez bir ağdır geleneklerimiz. Bu kadim miras, toplumu bir arada tutan, bireyleri birbirine kenetleyen manevi bir harç işlevi görür. Nesiller boyunca biriken bilgeliğin, inancın, tecrübenin ve ortak hafızanın taşıyıcısıdır.
Medeniyetimizin sürekliliğini sağlayan, bizi tarih sahnesinde 'millet' yapan bu köklü değerlerimiz, hızlı bir modernleşme sürecinin içinden geçtiğimiz bugünlerde en çok tartıştığımız, hatta zamanla yitip gitmesinden endişe ettiğimiz hazinelerimiz haline geldi.
Özellikle kırdan kente yaşanan büyük göç dalgaları, bu köklü yapıları derinden sarsmakta; dayanışma, komşuluk, birlikte yaşama kültürünü besleyen damarları zayıflatmaktadır.
Tam da bu noktada, son günlerde sıklıkla gündeme gelen ve üzerine farklı görüşlerin dile getirildiği 'taziye yemekleri' meselesine değinmek elzem görünüyor.
Bu uygulama, sadece basit bir yemek ikramından, mide doyurma eyleminden çok daha derin ve anlamlı bir sosyal dayanışma ritüelidir. İnsanımızın “dert ortağı” olma, “eli dar gününde” yanında bulunma erdeminin en samimi, en yalın ve en kadim tezahürlerinden biridir.
Matem anında, acıyı paylaşmak için bir araya gelen akraba ve komşular, sözün bittiği yerde somut bir destek örneği sergilerler. Bu, “sen yalnız değilsin, biz buradayız” mesajının en içten ve en tesirli şekilde verilişidir.
Hüznün ağır yükünü sırtlanan aile fertleri, aynı sofrada oturmanın, aynı ekmeği bölüşmenin sıcaklığı ve gücüyle hayata daha sıkı tutunurlar. Burada mideye giden değil, kalbe işleyen bir gıda vardır; o da dayanışma, şefkat, birliktelik ve paylaşmaktır.
Ancak, bu türden köklü teamülleri, çağın gereklerine uygun olmadığı veya bazı pratik sakıncalar doğurduğu gerekçesiyle topyekûn yasaklamaya yönelik girişimler, toplumsal dokunun en hassas liflerine yapılmış bir müdahale olarak değerlendirilmelidir.
Dayanışma kültürünün pratiğe döküldüğü bu anlamlı ritüelleri ortadan kaldırmaya çalışmak, toplumu bir arada tutan manevi bağları zayıflatmaktan, bireyleri en zor anlarında yalnızlaştırmaktan başka bir işe yaramaz.
Unutulmamalıdır ki, bir milleti ayakta tutan, ortak değerleri, acıları ve sevinçleri birlikte yaşama biçimidir.
Taziye yemekleri de bu ortaklığın en dokunaklı ve insani sahnelerinden biridir. Bu uygulamayı sadece bir “yemek organizasyonu” olarak görmek, onun ruhunu, sosyolojik derinliğini ve toplumsal işlevini anlamamak demektir.
Elbette her gelenek, içinde yaşadığı çağın gereklerine göre kendini yeniler, sadeleşir veya dönüşür. Mesele, bu dönüşümü yasaklarla ve tepeden inme emirlerle değil, toplumun kendi iç dinamiği, ihtiyaçları ve sağduyusu ile gerçekleştirmesine imkan tanımaktır.
Belki bu tür yardımlaşma biçimleri daha sade, daha derli toplu, ihtiyaç sahibinin ruh haline daha uygun formlarda tezahür edebilir. Önemli olan, özünde yatan o insani ve vicdani değeri korumaktır.
Gelenek ve göreneklerimizi yaşatmak, sadece geçmişe duyulan nostaljik bir özlem değil, geleceğe güvenle bakmamızı sağlayan bir sosyal sermayedir.
Toplumsal birlik ve beraberliğimizin, aidiyet duygumuzun en güçlü teminatı, bu kolektif hafızada ve onun somut pratiklerinde saklıdır.
Taziye yemekleri gibi binlerce yıllık insani ve İslami bir geleneği korumak ve yaşatmak, bir toplumun kendine olan saygısının ve millet olma bilincinin bir gereğidir.
Yasaklarla ve kısıtlamalarla değil; anlayışla, şefkatle, diyalogla ve en önemlisi, birlikte bu acının içinde olma ruhuyla daha sağlam, daha birleşik bir toplum inşa edebiliriz.
Çünkü hepimiz biliriz ki, birlikte ağlamanın, birlikte paylaşmanın, zor günü birlikte göğüslemenin yerini hiçbir şey tutamaz.

YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.