Dünya bizim köşe yazarı İzzet Irmak yazdı;
Değişimler sarsıcıdır. Büyük değişimler ise sancılı ve bazen de yıkıcı olur. Yaşadığımız coğrafyada, değişimlerin çok sık gerçekleştiği herkesin malumu. Her bir değişim, yeni bir devrin başlangıcı, eskinin ölümü olur. Yoksa kimileri yerle bir olurken, kimilerinin başının göğe ermesini nasıl açıklayabiliriz, değil mi?
İnsanlardan bahsediyorum efendim, küçük insanlardan. Küçük kasabalarda yaşayan küçük insanlardan. En önemlisi de büyük değişimlerde, büyük insanlara, onların gözüyle bakmaktan…
Değerli dostlarım ve yazılarımı okuma lütfunda bulunan güzel insanlar, Anadolu Mektebi Yazar Okumaları kapsamında, edebiyatımızın önemli yazarlarından Tarık Buğra’nın eserlerini okumuştum. Yağmur Beklerken isimli romanını yeniden gözden geçirdim.
Buğra, yakın tarihimizi, romanlarında ele aldığı sıradan Anadolu insanının bakış açısıyla, çok doğal bir şekilde işlemiştir. Diyebilirim ki, yakın tarih siyasi hayatımızı işleyen romanları ile ünlü yazarlar Yakup Kadri ve Kemal Tahir’den çok daha gerçekçi ve halkçı bir geleneği temsil ediyor Tarık Buğra.
Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet’in kuruluşunu işleyen romancılarımızdan. Ancak bazı modernist, Batıcı yazarlardan farklı bir özelliği var. Buğra, yaşanan bu süreci halktan, muhafazakâr, yerli referansların ve bu konuda duyarlılığı olan insanların gözleriyle de ele almaktadır. Bir bakıma toplumun gerçekliğini eserlerinde harmanlamaktadır.
Yeni devletin, en çok merkezi sarsan, kuruluş aşamasındaki gelişmeleri büyük bir ustalıkla taşraya taşımıştır. Romanlarında olayları, herhangi bir taşra kasabasında yaşayan insanların hayata, dünyaya, olaylara yaklaşımları ile ele almıştır. Taşrada insanlar, sahici hayatları, gerçek çatışma ve gerilimleri ile sade ve iddiasızdırlar.
Bu yönüyle Tarık Buğra romanlarında modern ile geleneğin çatışması, bizim insanımızın muhayyilesini yansıtan en belirgin özelliklerini de taşımaktadır. Yeni Devletin kuruluş, kurumsallaşma sürecindeki çatışmaları, sancıları; sahici insanların hayatlarına ustaca yerleştirilen diyaloglarla vermiştir.
1929 buhranı ve siyasi olaylar
Yağmur Beklerken, yazarın önemli eserlerinden biridir şüphesiz. İlk defa 1981 yılında yayımlanan roman, 1929 ekonomik buhranı ve ardından gelen 1930’lu yılların siyasi olaylarını konu edinir. Yağmur Beklerken, Dönemeçte isimli romanın devamı gibi. Açıkçası, Tarık Buğra okumaları yaparken bunun farkında olsaydım, önce bu eseri okumayı tercih ederdim. İki eser pek çok açıdan birbirine benziyor konu, dil ve anlatım bakımından.
Yağmur Beklerken, Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyiminin Anadolu’daki etkilerini resmi ideolojinin dışından anlatır. Dil ve anlatım özellikleri bakımından etkileyicidir. Bilhassa yöresel şivenin diyaloglarda başarılı kullanımı dikkat çekicidir. Nitekim okurken, hiç bitemesin diye dua ettiğim bir eser olduğunu söyleyebilirim.
Eser, 1930'ların başında bir Anadolu kasabasından Ankara’ya, siyasete ve dünyanın ahvaline baktığı gibi insanların ibretlik değişimlerini de oldukça güzel işlemiştir.
Olaylar, kitabın ana kahramanı Rahmi Bey etrafında şekillenir. Rahmi Bey, halk tarafından sevilen, sayılan mutlu bir aile babasıdır. Mesleğinde başarılı bir avukattır. Hiç kıramayacağı Kenan Bey’in isteği üzerine siyasete girmesi, hayatını derinden etkilemiştir.
Siyaset, Ankara’da durduğu gibi durmuyor küçük yerlerde. Derin yaralar açıyor ve büyük kırgınlıklara sebep oluyor.
Yokluk, yoksulluk ve zorluklarla, birlikte mücadele eden bu şirin kasabanın sade insanlarına siyaset hiç de iyi gelmemiştir. Bölünmeler, kamplaşmalar, küsmeler hayatlarını alt üst etmiştir. Çok partili hayata geçiş denemelerinin sancıları bütünüyle hissedilmektedir.
Neticede biri kazanmıştır ama kaybeden kasabanın tamamı olmuştur. Yazar bu ironik durumu şu cümlelerle, roman boyunca, yer yer belleklere kazımaya çalışıyor sanki: "Biz taşrada, siyaset adına ne yaparsak yapalım, istersek birbirimizi yiyelim ve hatta cinayet işleyecek seviyeye gelelim, burada verilen siyasal mücadele neticesinde, sonuç ne olursa olsun, kaybeden yine biz olacağız ve Ankara’dakilerin hayatında çok da bir şey değişmeyecek"
Her ne kadar umutsuzluk içerse de bir gerçekliğin, o dönem için, resmidir bu satırlar.
Bütün bu çekişmeler içerisinde kasaba halkı, yaşanan büyük kuraklığa da çareler aramaktadır. Öyle ya kuraklık siyasi görüşe de mevkie de bakmaz. Hep birlikte dualar edilir, sular paylaşılır, yardımlaşılır.
Siyasetin gölgesinde bozulan ilişkiler
Herkesin yardımına koşan Rahmi Bey’e siyaset pek çok acı gerçeği de göstermişti. O, hedefine ulaşamamıştı. En yakınlarına bile derdini anlatamamış, emekleri boşa gitmişti. Eski yaşamını, sakin bir hayatını özlemişti. Dostları ve yakınları ile arasını düzeltmek, insanlarla yeniden iyi olmak ve yaşadığı kötü olayları unutmak istiyordu. Çünkü görmüştü ki kardeş kardeşi kırmış, komşu komşuya düşman olmuştu. Oysa onun amacı sadece memlekete hizmet etmekti ve önemli olan da bu idi. Sırf hırs ve inat uğruna, ihtiras ve çekişme uğruna insanların neler yapabileceğini görmüş ve hayret etmişti. Ankara, bütün hararetli tartışmalara ve kavgalara rağmen bundan zarar görmeyecekti ama kasabada durum farklıydı.
Roman, Rahmi Bey açısından çok dikkat çekici bir sonla bitiyor. Bu kısmını okuyucunun merakına havale ediyorum. Sadece şunu diyebilirim: Keşke final yağmur eksenli bitseydi!
Toplumu ilgilendiren meselelerde şahsi menfaatlerin ön plana çıkmaması gerektiğini yazar, acı gerçeklerle birlikte ortaya koyuyor. İnsan bu, yoldan sapması, değişmesi en kolay varlık. Pire için yorgan da yakar, saman altından su da yürütür.
Eser; bir yandan yağmur, öte yandan millet olarak buhranlı süreçlerden çıkış mücadelemizi birbirine yedirerek işliyor. Sanki istenen yağmur, beklenen rahmet sadece insan için değilmiş izlenimi veriyor okuyucuya. Kuraklar topraklardan daha çok, kurak gönüllerin yağmura ihtiyacı var, der gibi…
Yağmur Beklerken’i okumayı tavsiye ederken, Tarık Buğra’nın bir bütün olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum âcizane.
Yarın Diye Bir Şey Yoktur, İki Uykunun Arasında isimli deneme kitaplarını da okumayı unutmamak lazım. En önemlisi de Siyah Kehribar, Küçük Ağa, Küçük Ağa Ankara’da, İbiş’in Rüyası, Firavun İmanı, Dönemeçte, Gençliğim Eyvah, Yalnızlar, Osmancık romanlarını okumak lazım.
1918 yılında dünyaya gözlerini açan yazar; Milliyet gazetesi, Vatan, Yeni İstanbul gazetesi (1952- 1956), Yol Dergisi (1968) ve Tercüman gazetesinde (1970-1976) sanat sayfaları düzenlemiş, fıkralar yazmış, yazı işleri müdürlüğü yapmıştır. Hisar dergisi ve Türkiye gazetesinde de yazan Buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul'da vefat etmiştir.
Bu toprakların yerli ve samimi sesi olan Tarık Buğra’yı rahmetle anıyorum.