Şeb-i Yeldâ

Hikmet Kızıl

Şeb-i Yelda, Farsça’da  “uzun gece”  yani yılın en uzun gecesi 21 Aralık…

İran’da yüzyıllar boyunca kutlanmaktadır bu gece.

Aşıklar için ıstırap haline gelen geceler klasik edebiyatımızda kendisine çokça yer bulmuştur.

İran'da binlerce yıldır aile ve arkadaşlarla bir araya gelinip gece boyu karpuz, nar ve muhtelif yemişler, meyveler yenilip, şiirler okunarak kutlanan ve geleneksel “Hafız Falı” bakılan özel bir kutlamadır bu gece.

Şeb-i Yelda gecesi, yeteri kadar karpuz ve nar yenirse, kış boyunca soğuk ve hastalıktan korunulacağına inanılıyor.

Özellikle “nar ve karpuz” gibi kırmızı meyvelerin yenmesi ve gecenin sembolü olarak görülmesinin nahif ve romantik bir açıklaması var:

Buradaki kırmızı, en uzun geceden sonraki şafağın kızıllığını temsil ediyor.

Fars dili ve edebiyatının en büyük sanatçısı olarak kabul edilen Hâfız-ı Şirâzi 1300'lerde İran'da yaşamıştır.

Bu şairin en önemli eseri "faale hafiz" adlı (fal) kitabıdır. İran kültüründe çok önemli yeri olan bu kitap bir fal bakma, müneccimlik aracı olarak kullanılır.

Belirli bir sayfa numarası ve bent numarası seçerek veya kitabın bir sayfası rastgele açıldığında karşınıza çıkan benti/mısraları geleceğiniz veya kaderiniz hakkında yorumlanarak fal bakılır.

Şeb-i Yelda hem gelenek olarak hem de bu romantik anlamları ile çağlar boyunca birçok şairi etkilemiştir:

Firdevsi, Hafız-i Şirazi, Sadi-i Şirazi, Ömer Hayyam, Şehriyar, Yunus Emre, Fuzûli, Bâki, Nedim, Şeyh Galip gibi Fars, Türk, Osmanlı dünyasının en önemli şairleri, dizelerinde sıklıkla kullanırlar.

Şeb-i Yelda”, bütün özelliklerinin ötesinde sevgi ve dostluk gecesidir. Bu gecede, küsler barışır, kalplerdeki kinler sökülüp atılır ve kırgınlıklara son verilir.

Eğer aileler arasında küskünlük ve kırgınlık varsa, ailenin büyüğü iki tarafı da Şeb-i Yelda kutlaması için evine davet ederek onların barışmalarına vesile olur.

Azerbeycan’da, Farsça 40 rakamından türetmeyle “çile geceleri” olarak da adlandırılan uzun geceler, en sert kış günlerini temsil etmektedir.

Bizde de “erbainin başlangıcı” olarak anılan mevzu geceler çile çıkarmakla benzeştirilir.

Muhakkak ki aşk çileyi tatlandırır, aşıkların sözleri bazen derde dert katsa da öylesi dert aslında devadır.

Her halükarda bu gecelerde aşıklardan şiirler okumak gelenektir; bilhassa da “lisanü’l gayb” diye anılan Şemsuddin Muhammed Hafız-ı Şirazi’den:

“Dostluk ağacını dik, murat meyvesi verir

 Düşmanlık fidanını sök, sayısız dert getirir

Meyhaneye konukken hürmet göster rintlere

Yoksa ey can sarhoşluktan çıkınca başın ağrır

Sohbet gecesini ganimet say çünkü bizden sonra

Daha çok döner dünya, çok geceyle gündüz gelir

Leyla'nın ayın beşiği hükmündeki mahfesini taşıyana 

İlham ver Rabbim, onu Mecnun'un yanından geçir

A gönül, ömrün baharını dile, yoksa bu bahçe her yıl

Nesrin gibi yüz gül bitirir, bülbül gibi bin kuş getirir

Yaralı kalbim sözleşti zülfünle, Allah aşkına /

Bal dudağa emret de ona tez istikrar versin

Irmak kıyısında oturup bir serviye sarılmayı

Artık bu bahçede, ihtiyar Hafız Allah'tan istemekte”.

(Şirazlı Hafız, Hicabi Kırlangıç)

Bizde de özellikle divan edebiyatı şairleri arasında aşka olan teşbihte çokça kullanılan bir öğe haline gelir.

Divan edebiyatında tanımlanan sevgilinin, keman kaşları, gonca dudakları, servi boyu yansıra uzun ve simsiyah olmasıyla Şeb-i Yelda olan saçları süsler aşk dizelerini.

Bosnalı Sabit Efendi' ye ait şu beyin en bilinenidir:

Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir,

Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâ'at.

(En uzun gecenin hangisi olduğunu zaman ölçenler (takvim yapanlar) ve yıldız ilmi ile uğraşanlar ne bilsin! Aşk yüzünden gam müptelası olmuşa sorun ki geceler kaç saattir!...)

Yahya Kemal’in mısraları ise Sabit Efendiye bir cevap

niteliğindedir:

Şeb-i yelda’da uzar fecre kadar kıssa-i aşk

Ta ki Mecnun bitirir nutkunu Leyla söyler.

Cafer Çelebi ise Şeb-i Yelda'nın hüznü ile Nevrûz'un (baharın gelişi/doğanın uyanışı) neşesini karşılaştırır:

Neden ol zülf uzanup hadd-i dil-efrûza gele

Kim görüpdür şeb-i yeldâyı ki nev-rûza gele

(Sevgilisinin zülüfü, gönül aydınlatan yanağına döküldüğünü görünce, Şeb-i Yelda’nın Nev-rûz’a dönüştüğünü görmüş olur.)

Ve yakın çağımızın önemli şairlerinden Yahya Kemal'in Hafız ve rindleri üzerine yazdığı eşsiz dizeleri düşer gönlümüze:

Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;

Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.

Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış

Eski Şiraz'ı hayal ettiren ahengiyle.

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.

Ve serin serviler altında kalan kabrinde

Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.

(Rindlerin Ölümü - Yahya Kemal Beyatlı)

Uzun gecemiz kırık kalplere şifâ olsun efendim…