İllegal Hutbeler!

Hikmet Kızıl

Sevgili Cemaat!

Aslında iyi tahlil edilirse insanlık neredeyse dört asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde.

Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya.

Süper güç adını verdiğimiz devletler ellerindeki ekonomik ve militarist güçle dünyaya istediği şekilde yön verdi, vermeye devam ediyor.

En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler fakat genelde barış adı altında bunu yaptığından çok da göze batmaz!

Hatırlayın son 30 yılda Amerika’nın barış götürdüğü her yerde eşsiz zulümler işlendi, emperyalizmin ileri karakolları inşa edildi.

Her şeyin fiyatını bilen; ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar hüday-i nabit gibi yerden çıkmadı emin olun…

İnsanlık, evrensel vicdanını ve kelimelerini kaybetti.

 “Aydınlanma” ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa.

Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu dünya.

Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına.

Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü.

Kimse “Birleşmiş” Milletler kadar parçalamadı dünyayı.

Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi?

Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor.

“Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz değil mi?

Barışa katkıda bulunan insanlara verilen bir ödül olarak lanse edilen Nobel Barış Ödülü sizce gerçekten bir barışa hizmet ediyor mu?

Konuyu biraz açayım, diplomatik bir güç arttırıcı, bir katalizör olarak kullanılan bu müptezel ödül kürsülerde sesinin yükseltilmesi, pazarlıkta elinin güçlendirilmesi istenen kişi ve ülkelere verilir.

Hitler bir kez aday gösterilmiş, Stalin 1945 ve 1948’de iki kez aday olmuş. Bu ikisinin doğrudan öldürdüğü sivillerin sayısı 50 milyon civarında.

 Eli kanlı siyasetçiler ve soykırıma seyirci kalan kişi ve kurumlar arasında Nobel Barış Ödülü kazananlar çok:

Barrack Obama, Theodore Roosevelt, George Marshall, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Henry Kissinger, Birleşmiş Milletler Barış Gücü, Mikhail Gorbachev, Shimon Peres, Yitzhak Rabin, Kofi Annan, Jimmy Carter, Avrupa Birliği…

Bu ödülü icad eden Nobel’in dinamiti de icad etmiş olması ve ailece silah ve patlayıcı ticaretiyle uğraşmaları 19. asrın en soğuk şakalarındandır.

Alfred Nobel öldüğünde 90 silah fabrikası ve 400’e yakın silah, bomba patenti vardı.

Kafkasya halklarından, özellikle de Azerbaycan’dan çalınan petrol ile çok zengin olmuştu.

George Bernard Shaw’ın çok güzel ifade ettiği gibi:

“Nobel’in dinamiti icat etmesini affedebilirim; ama bir barış ödülü ancak insan suretindeki bir şeytanın yapacağı bir iş”

Gördüklerimizi farklı şekilde hatırlayıp verilen emirleri kendi fikrimiz sanmamızı sağlayan yönteme algı yönetimi deniyor.

Gerçekleri silip kendi menfaatlerine uygun yeni “gerçekler” üretenler gücü ellerinde tutanlardır.

Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada algı operasyonları bu yöntemle yapılır.

CNN, BBC, ZDF vs dünya medyasının önemli bir kısmı birkaç bankanın ve silah firmasının malıdır.

Biz daima bunların menfaatine uygun “bilgiler” alırız.

Fakat algı operasyonu sadece fotoğraf, video ve eşlik eden metinle olmaz.

Kelimeler de mayınlıdır ve biz yutarız.

Artık şunu görmemiz lazım zihin haritalarımızı mütegallibenin tahakkümünden kurtulmadıkça hiçbir şey başarmış sayılmayız.

Son olarak şuraya dikkat çekip huzurlarınızdan çekileceğim. Olayın daha somut anlaşılması için 15 Temmuz tecrübesini hatırlayalım.

15 Temmuz’da Meclisi ve halkı bombalayan F-16’lar bizimdi; ama içindeki pilotun beyni ve kalbi başka güçlerin elindeydi.

Yani gelecekte çok daha iyi tank, uçak, helikopter üretebiliriz veya satın alırız; ama içindeki askerler yine bize ateş edebilir. Çünkü zihinler işgal altındayken topraklarınızı koruyamazsınız.

Beton, çelik için para harcanıyor; ama bilgi ve düşünce üretecek mekanizmalara karşı yeterince paramız yok!

Bu hamakatin bedelini geçmişte olduğu gibi bugün de ödüyoruz. Daima savunmadayız, karşı atağa geçemiyoruz:

Gittikçe yoğunlaşan kimlik savaşları başladı dünyada ve istikbalimiz bu savaşa bağlı.

Cepheler beynimizden ve kalbimizden geçiyor.

Batının çirkin, ikiyüzlü, aşağılık, makyajı dökülen iğvasından kurtulmamız için gerçek düşünce kuruluşlarına ihtiyacımız var.

Batı’nın kelimeleriyle değil kendi kelimelerimizle konuşup yazacak insanlara ihtiyacımız var.

Muhtaç olduğumuz zihin ve kalp birliğinin inşaa edilmesi, ortak değerler etrafında birleşilmesi için bu gerekli.

Düşünen, idrak eden, düşünce üreten yeni mekanizmalara güç verip düşünce okulları veya platformlarının önünü açmazsak yarın çok geç olabilir.

Nilgün Bodur okuyup çekirdek çitleyerek sayfasında hamasetin ve hamakatin borazanlığını yapan bordo klavyelilerle bu iş yürümez.

Yiğit düştüğü yerden kalkar…

Düştüğümüz yer belli, haydi bir zahmet oturma organımızı yerinden kımıldatalım!

Ya da çekirdek çitleyip devam edelim, görelim neler olacak!

Merak edenlere konunun daha ayrıntılı bir prototipi olması bakımından “ Sen Benim Kim Olduğumu Biliyon mu?” adlı kitabımızda Mata Hari örneğini okumasını tavsiye edebilirim.