Zeynep Şevval Koçal Dünya Bizim Kültür portalında yazdı.
İşte o yazı;
Aklımıza takılan sorulara nasıl cevap arıyoruz? Ya da merak edilen konulara dair bilgi kaynağını seçerken nelere dikkat ediyoruz? İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel özellik, aklını kullanabilmesidir. Akıl nimeti sayesinde doğru ve yanlışı ayırt edebilme kabiliyeti insana verilmiştir. Yanlış kaynaklardan edinilen bilgilerle bir çöplük hâline gelen zihin, akıl nimetini kullanarak iyi ve doğruyu ayırt edebilmede zorluk çekmemektedir.
Mühim olan bilgiyi edinmektir, doğruymuş yanlışmış beni alakadar etmez, demek tabiri caizse insanı bir robotlaşma sürecine sokmaktadır. Kaynağını sorgulamadan, karşılaştığı bilgileri tekrarlamaya programlanmış canlı-robotlara dönüşümden bahsediyorum. Bu dönüşüm sürecinden kaçınmanın yolu ise eleştirel okuma ve yazma odaklı bir eğitim ile düşünebilen, sorular sorabilen birey hâline gelmemizdir. Eğitim derken aklınıza sadece okul sıraları gelmesin. İnsan ruhunu teslim edinceye kadar bir eğitim ve öğretim sürecindedir. Ve bu süreçte her an bilgiyi alıp işleyerek hayatına geçirebilecek bir potansiyele sahiptir. Hâl böyle olunca yaşımız kaç olursa olsun, düşünerek hareket edebilme becerimizi canlı tutabilmek için her daim öğrenmeye açık olmalıyız.
Çekilin! Ben biliyorum!
“Sağlıklı bir diyet nasıl yapılır?”, “Nasıl mutlu olunur?”, “Çocukların yalan söylemesi nasıl önlenir?” gibi popüler sorulara cevap vermeye yeltenecek binlerce insan var yaşadığımız dönemde. Mevzuyu tam anlamıyla bilmediği hâlde piyasada gördüğü kitaplar, izlediği programlar veya etraftan duydukları kadarı ile tavsiye vermeye çalışan insanlarla mutlaka karşılaşmışsınızdır. Sırf komşusu aynı ilacı kullanıyor diye kendisi de hastalığını tam olarak anlamadan, doktora danışmadan ilacı kullanan tanıdıklarınız vardır. Nasıl ki yanlış ilaç fiziksel rahatsızlıklara sebep oluyorsa yanlış bilgi de bireysel ve toplumsal sıkıntılar doğurmaktadır. Konu ne olursa olsun insan, kendisine bir robot olmadığını, yaratılmışların en hayırlısı ve Eşref-i Mahlûkat olduğunu hatırlatmalı ve bu hatırlatmanın tezahürü olarak da kendisini yönlendirmek isteyen kişilerin kim olduğunu ve yolun nereye çıktığını iyi değerlendirmelidir.
Üzerinde durduğum konuya kendi mesleğimle ilgili bir örnek vermek istiyorum: Donanımlı bir psikolog olabilmek için dört sene lisans, iki sene yüksek lisans, staj ve iş tecrübesi dâhil uzun bir süre gerekir. Öyle ki psikoloji alanında on sene çalışmak bile bir psikoloğun her konuda yorum yapabilir hâle gelmesi için yeterli olmayabilir. Psikoloji de kendi içinde alanlara ayrılır. Örneğin, bir endüstri ve örgüt psikoloğu çocuklarla ilgili bir konuda yorum yapma hakkını kendisinde göremez çünkü yeterli bilgiye sahip değildir.
Ne yazık ki sahanın içinde bu sınırlar kesin olarak çizilmişken dışarıda pek de aynı şekilde işlemiyor. Psikoloji oldukça tecrübe ve uzmanlık gerektiren bir alan olduğu hâlde Psikoloji mezunları, kendi branşlarının ne olduğuna dikkat etmeden, dört senelik lisansını bitirip üzerine birkaç kitap okuduğu için “Donanımlı” olduğu kanısı ile hemen kendilerini danışılacak yetkili bir merci olarak görüyorlar. Elbette ki bu mezunlar, temel psikoloji bilgisine sahiptirler. Fakat sahip oldukları bilgi, bahsedilen konular üzerinde ahkam kesecek yetkiyi vermeye yetmiyor maalesef.
Sağlık alanına da aynı çerçevede bakabiliriz. Zayıflamak uğruna gördüğümüz ve duyduğumuz her diyet listesini uygulayarak, aldığımız her bitki çayını kullanarak pek de hedeflediğimiz kiloya ulaşamıyoruz. Listeyi verenin kim olduğunu ve sahip olduğu bilginin mahiyetini araştırma zahmetine girmeden kişilerin sahip olduğu reklam ağı ile bilgilerini paralel zannederek kolay yolu seçiyoruz.
Emanetleri ehil olana vermek
Burada vurgulamak istediğim nokta, kitaplardan bilgi almamak ya da paylaşımları takip etmemek değil, bilgiyi edinme ile doğru bilgiyi edinmenin birbirinden farklı olmasıdır. Müslümanlar olarak bize haber getiren birinin kim olduğunu araştırmakla yükümlüyüz: “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.” 1
Ehil olmayan bir kimseden aldığımız bilgi, ilaç örneğinde bahsettiğimiz gibi hayatımıza büyük zararlar verebilir. Bizleri sakat bırakacak, hâlimizin daha da kötüye gitmesine sebep olacak bir ilacı nasıl almıyorsak öğrendiğimizde kendimizi, çocuğumuzu, toplumumuzu bozacak bilgileri de doğrulamadan almamalı ve işin ehline müracaat etmeliyiz.
İşi ehline teslim etmek, Kur’an’ın bir emridir. Kur’an’ın hepsine aynı teslimiyetle inandığımıza göre bu emri de hayatımıza uygulamak zorundayız. Bu güzel öğüdü bir kenara bıraktığımız zaman neler olacağını görmek için başımızı kaldırıp beş dakika etrafımıza bakmamız yeterlidir, diye düşünüyorum.
Görüş istmeyene görüş vermek
Tabii bu madalyonun bir yüzü. Bu durumun diğer bir yüzü de var ki o da sahip olduğumuz bilgiyi pazarlama dürtüsü. “Ne olursa olsun tavsiye vermeliyim, ben de bu düzenin içine girmeliyim, tanınmalıyım...” dürtülerinin etkisi ile kendimizi tavsiye vermeye zorlamamız! Hâlbuki İmam Şafii şöyle der: “Senden görüş istemeyene, fikrini söyleme. Çünkü böyle yaparsan övülmediğin gibi fikrinde de o kimseye fayda vermez.” Bunca bilgiye rağmen hâlâ bir nebze olsa dahi ilerleyemememizin sebebi bu değil midir? Bir konu hakkında bizden tavsiye isteyen olmasa bile tavsiye verme konusundaki ısrarımız!
- Aa ama lütfen, ne yapalım yani hiç yorum yapmadan mı oturalım?
- Mutlaka bana sorulan her soruya cevap vermeliyim ki insanlar benim ne kadar bilgili olduğumu görsün.
- Henüz yeni anne olmuş olabilirim lakin çocuk nasıl yetiştirilir, benden sorulur.
- Ne, diyetisyen mi? Yo, diyetisyen değilim fakat güzel beslenme önerileri verebilirim ve bunun için bir diplomaya da ihtiyaç duymam.
Durun, durun! Az kalsın unutuyordum. Bir de mezun olur olmaz işin ehli kesilenler var. Sanırım mezuniyet töreninde kep atar atmaz isminin önüne unvan eklemeyenler, toplumda kabul görmüyor. Acaba nüfus cüzdanlarına da mı eklesek?
Persona ya da maske
Bu durumun sebebi nedir? Neden insanlara ehil olmadığımız işler hakkında bilgi vermeye kalkıyoruz ya da neden sorgulamadan popüler olan her bilgiyi hemen kabul ediyoruz?
İsviçreli meşhur psikiyatrist Carl G. Jung, herkeste olan birtakım arketiplerden bahseder. Jung’a göre arketipler, ırk ve zamana göre ayrılmayan, insanın doğuştan sahip olduğu birtakım özelliklerdir. Bu arketiplerden biri olan Persona arketipi, zannımca bu durumu açıklama konusunda bize yardımcı olacaktır. Jung’un tanımı ile Persona, çevrenin beklentilerine karşı takındığımız maskemizdir. “Kişilik” kelimesinin İngilizce karşılığı olan “Personality” kelimesinin kökeni de Persona’dan (maskeler) gelir. Bu maskeyi takmamızın sebebi, birtakım kişilik özelliklerimizi saklayarak toplumun bizden istediği role adapte olabilmek. Maskelere duyduğumuz ihtiyaç, bireysel doyumdan ziyade toplumsal doyumun ön planda olmasından kaynaklanmaktadır. Diğerlerinin beklentilerine filtrelemeksizin cevap vermiş olmak, bize dayatılan maskeleri sorgulamadan kullanmak, ne yazık ki kendine yabancılaşma ile sonuçlanır. Her yerde aynı tarz insanların olması, farklı olacağım umuduyla girilen yollarda diğerlerinin yansımasından öteye geçememesi Jung’un Persona arketipi ile açıklanabilir.
Takındığımız maskelerin aynı zamanda güzel, işlevsel bir tarafı da vardır. Ebeveynlerimizin bizleri ahlaklı bir insan olarak yetiştirmek için verdiği çaba buna bir örnek olabilir. Büyüklerimizin bizlerden beklediği, güzel ahlak sahibi kimseler olarak yetişmemizdir. Yani bizler popüler kültürün dayattığı değil de büyüklerimizin bizlerden beklediği güzel ahlak sahibi insan rolünü model alırsak takındığımız maskenin türü de değişecektir. Kısacası mevzu bahis maskeler tamamı ile kötü değildir. Önemli olan hangi bağlamda, hangi ihtiyaç karşısında kullandığımızdır.
“Peki, psikolog hanım, siz de toplumu çok yerdiniz, sorunları herkes aktarabilir önemli olan çözüm üretmektir...” seslerini duyar gibiyim.
Çözüm: Allah’a olan kulluğumuz. Allah’a kul olan kişi, her bilenin üzerinde bir bilen olduğunu bilir. Âcizliğinin farkındadır. Toplumu razı etmek yerine Allah’ı razı etmeye çalışan kişi, popüler kültürün ondan ne istediğini çok fazla umursamaz, kendisini ve toplumu inşa etmeye çalışır. Amacı, yarının neslini inşa etmek olmayan fakat gittiği her ortamda duyarlı insan rolünü oynayıp bilgisi olmadığı konularda konuşanlar var, olacaktır da. Önemli olan, bilgiyi üretenler olarak, işin ehli olan kimselerinin sayısının çoğalmasıdır ki bu madalyonun ilk yüzüdür. Madalyonun diğer yüzü ise bilgiye ulaşmak isteyenlerin işin ehli olanlara rağbet etmesidir. Elbette gayret bizden, takdir Allah’tandır.
Peki, siz madalyonun hangi yüzündesiniz?
Kaynak: Dünya Bizim