Toplumun ayakta durmasını, ilelebet güç kazanıp daha cazibeli bir geleceğin inşasına vakıf olabilmesinin en önemli etkenidir, ahlak.
Temel taşlarını gelenek ve göreneklerden alsa da en yüksek olgusu din ağırlıklıdır.
Birçok yerde de söz edildiği gibi, “Peygamber ahlakı, güzel ahlak” telafuzlarının kaynağı oldukça önemlidir.
Kelime veya harflerinin dizilişi çerçevesinde bakıldığında basit görünüyor olsa da veya her birimizin diline, yeri geldiğinde ahkâm kesmek için kullanılan bir kavram oluşunun ötesinde; köklerimizin toprak ile birleştiği yerinden, atalarımızın gelenek olarak bize ulaştırdığı tüm hallerinden, daha da önemlisi dini inanışımızın en temel taşı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Onun yoksunluğu nesillerin kâbusu, toplumların felaketi olacaktır..
Yaşamın her alanında, bir kıyafet gibi üzerimizde taşımamızın elzem olduğu bu kavramın içi dolu anlamı, her birimizi çok yakından ilgilendiriyor. Hayatı yaşanır kılmanın mihenk taşı olarak zorunlu bir ölçüdür.
Esnafın satış yaparken kullandığı üslup, alış-satış arasında ki dengeden tutunda dükkânını açıp kapatma saatlerine kadar,
Öğretmenin veya müdürün, öğrenciler ile olan iletişimi, derslerde ki hakkaniyeti, evrak, tayin ve diğer tüm idari işlerde sergilediği gizli veya açık davranışları,
Bir kurumun, derneğin, kuruluşun, siyasi partinin veya STK’nın temsilcisi/Başkanı/Müdürü, amiri olduğu yapının işleyişinde ki adil duruşu, üyelerine sergilediği tavır ile üyesi olmayan kişilere uyguladığı tavır arsında ki duruş, dürüstlük seviyesi,
Aile bireyinin evin içinde ki söylemi, yaptıkları ve benzeri tüm faaliyetleri, yukarıda saymış olduğumuz tüm alanların kaynağını teşkil eder. Çünkü aile toplum en küçük yapı taşıdır. O nasılsa toplum da öyledir.
Ve dahası sizlerin de malumu doğrultusunda verilebilecek birçok örnek sıralanabilir.
“Neden toplumsal olarak bu haldeyiz?” sorusunun nedeni bariz bir şekilde ortdayken bile sormaktan geri durmuyor, içinden “Benim benzer hallerim var” diyerek açığa çıkacak olmanın korkusundan sanki hep bir başkası onu yapıyormuş gibi de anlatıyoruz.
Oysaki nedeni herkesçe açık ve sahnede, her birimizin yanı başında veya karşısında… Veya biz olarak içimizde…
Arkadaşımız, babamız, amirimiz veya başka bir şekilde ilişiğimiz olan biri olarak can bulmakta.
Bu tip insan modeli, dünya menfaatleri doğrultusunda yapılabilecek her şeyi mübah görme dürtüsüne sahip.
Ve dahası,
Bir kısmı da var ki, tüm korkularını yıkıp, yapılan yanlışın bağışıklığına maruz kalmış olma ki, ne birbirlerine ne de yaşam sürdükleri topluma saygı duymadıkları açık. Bencil faaliyetlerinin yanı sıra, bir hesap soranın tezahürü olmadığı için, cesurca yapılan yanlış davranışı haykırmaktan da geri durmayarak, ahlak adlı kavramın içini boşaltarak, yozlaşmayı en zirveye çıkarıyorlar. Toplumu da buna maruz bırakarak.
Sadece o tür bir kesimi kapsamayan, bu çürümeye yönelik davranışlar, çok yakında neslimizin dünyasında olağan olmuş bir şekle bürünecek. İşte o zaman ne din, ne de değerler, toz bulutu gibi dağılıp yok olacaklar.
Taabii olunan inanç kanunları, bu tip insan modelini ret etmesine rağmen, inanca ait kelamları, o inancın en sıkı müritleri gibi telaffuz ediyor oluşları, varlığını sonsuza dek sürdürecek olan inanca ve o inancın samimi ümmetine hakaret olmasının yanı sıra, ümmet coğrafyasını felakete sürüklemekte.
“Güzel ahlak dinin yarısıdır” denilir. Dünya, özelde de ülkemiz bir dinsizler ordusuna gebe!
Kişisel kaygılarının çözümü için başvurulan yolların etik davranışlar kapsamın da olup olmayışı, herhangi bir diğer insanın özgürlük, hak ve hukuk sınırlarını tecavüz edip etmediğini umursamayarak, tamamen sonuca odaklanan bireyin, güveniyor olduğu güç veya güçlere dur demenin en etkili yoludur, ahlak bilincini ala ala aşılamak.
“Ahlâk ve üçkağıtçılık, terazinin iki ayrı kefesinde yer alır; biri çıkarsa biri iner.” Bu manidar aforizmada burada dursun, analizi size ait.
Ahlakın yarısını teşkil ettiği bir dine inandığını söyleyen bir toplumuz.
Bunu söylerken, yapılan zulümlere sessiz kalıyor, bazen zalimin kendisi bazen de tekelinde oluveriyoruz.
Yarının olup olmayacağından bi-haber, kişisel dünyevi kaygıların korkusundan zalimde oluyoruz, sessiz de kalıyoruz.
Esnaf rızkına haramı karıştırıyor, amir referans adlı fücuru… Bir diğeri başkasının hakkını yerken bile, besmele çekiyor.
Daha vahim olan bir kesim var ki dilinden Allah kelamı düşmüyor, halkını da o kelam ile kandırıyor.
Peki, tüm bunların tezahür etmesinin sebebi ne sizce?
Ben söyleyeyim, bilinç yoksunluğu! Ahlakı öğrenmek eğitim ister ama onu yaşamak bilinç.
Dürüstlük olgusuyla, adaletten ayrılmamak dileğiyle...