"İslamcı gözüküp, bir kısım ritüelleri yerine getirirken asli olan duruştan, manevi var oluştan uzak, daha dünyacı, menfaatçi, içten hesap sahibi Müslüman bireyler-topluluklar-ülkeler olduk diye şuan şu zamanda her türlü tahribata, acıya, yoksulluğa maruz kalıyoruz"
Yazar Müftüoğlu, Müslümanların günümüz portresini çizerken, içinde oldukları acı dolu durumların analizini yaparak, sebeplerini en eleştirel biçimde kaleme almıştır.
“Müslümanlar olarak, kamusal/tarihsel/evrensel farkındalık ve sorumluluğa sahip olsaydık, parçalanması mümkün olmayan bir özne olacaktık.”
Atasoy Müftüoğlu’nun, İslami Analiz Haber sitesinde yer alan yazısının tamamı;
Bütün İslami/insani değerlerin-ilkelerin, enflasyona maruz kaldığı bir zamanda yaşıyoruz. Bu nedenledir ki, bayağılık salgını, sosyal enfeksiyon hayatın her alanına yayılıyor. İslami değerlerin, ilkelerin, tercihlerin enflasyona maruz kalması, Müslümanları parçalanan nesnelere dönüştürüyor. Müslümanlar olarak, kamusal/tarihsel/evrensel farkındalık ve sorumluluğa sahip olsaydık, parçalanması mümkün olmayan bir özne olacaktık. Bu tür bir farkındalığa sahip olmadığımız için, bugün hiçliğe doğru sürükleniyoruz. Bu hiçlik sebebiyle, günümüzde, İslam dünyası ülkelerinde, ulus-devlet realizmleri/kutsalları maskesi altında, çok derin teslimiyetçilikler, çok derin ihanetler, çok derin ikiyüzlülükler/kirlilikler yaşanıyor.
Radikal edilgenlik ve radikal bağımlılıkla malûl bulunan İslam dünyası ulus-devletleri, karşı karşıya bulundukları gerçekliği değiştirmek/dönüştürmek yerine, sistematik dışlanma ve aşağılamalar pahasına, bu gerçekliğe katlanmaya devam ediyor. Bu tür toplumlarda, radikal edilgenliklerle malûl bulunan toplumlarda, her tür iktidarsızlık, iradesizlik, yetersizlik tevekkülle karşılanıyor, karşılanabiliyor; hamaset, derin sorunları, derin bayağılıkları/yozlaşmaları örtmeye yetmiyor. Karşı karşıya bulunduğumuz sorunlarla ilgili olarak, her zaman komplo teorilerine başvuruyor olmak, küresel gerçeklikler karşısında acz ve çaresizlik içerisinde bulunduğumuzu gösterir.
Ortadoğu’da, Siyonist/ırkçı İsrail, her vesile ile kendi gerçekliğini tahkim ederek, bu gerçekliği Arap-İslam komşularına dayatıyor. Siyonist gerçekliğe maruz kalan Arap-İslam toplumlarında, sadece Arap-İslam toplumlarında değil, bütün bölge ülkelerinde İslam, geçmişe ait, geçmişle ilgili bir konu olarak algılandığı için, bu toplumlar bugüne özgü bir irade ortaya koyamıyor. İslam dünyası toplumlarında İslamın kurucu değerlerini, anlam ve içeriğini savunmak imkansız hale geliyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, gündemde olduğu üzere, İslami düşünce/kültür hayatı modern/seküler cinsellik algısını/yaklaşımını, İslami dünya görüşü temelinde bir sorgulama konusu yapamıyor.
Siyonist gerçekliğin Arap-İslam toplumlarına dayatılabilir oluşu, İslam’a meydan okuyan bir kötülükle, kötülüğün küresel diktatörlüğü ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. Günümüzde, emperyalist/Siyonist sömürgeciliğin etkili bir dokunulmazlık içerisinde olduğu açıkça görülebiliyor. İslam dünyası ülkeleri, İslami dayanışmayı gerçekleştirme özgürlüğüne sahip olmadıkları için, her tür emperyalist dayatmaya bir şekilde tahammül ediyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi emperyalist ülkeler, her tür haksızlığı, hukuksuzluğu, adaletsizliği ve kötülüğü, diledikleri gibi, diledikleri her yerde yapma hakkına sahipler. Modern/seküler/kapitalist/liberal dünya düzeninin, alternatifsizliğinden yararlanan Amerikan emperyalizmi, bugünün dünyasına her durumda şiddet/terör/tehdit/korku ihraç ediyor. Modern bütün kavramlar ideolojik maskelerle birlikte yürürlüğe konulduğu için, insanlığın dünyası modernliğin/modern uygarlığın ve evrenselliğin militarist mahiyetini gereği gibi göremiyor.
Sömürgeci dokunulmazlık-kötülük, İslam ülkelerine yönelik olarak, her tür işgal/istila/yağma/yıkım/mülksüzleştirme/sürgün/katliam dayatma hakkına sahip olduğunu iddia eder ve bu iddialarını sistematik bir biçimde hayata geçirirken, aynı zamanda, dünya görüşü, hayat tarzı dayatma hakkına da sahip olduğunu iddia ediyor, bunları da sistematik bir biçimde hayata geçiriyor. Bu nedenledir ki, bugün, İslam ülkeleri, kendilerine dayatılan ve mutlaklaştırılan kapitalist/seküler gerçekliğe katlanırlarken, İslami gerçekliğin, bütün boyutlarıyla yeniden topluma/hayata/tarihe kazandırılması konusunda bağımsız/kapsamlı/kuşatıcı bir proje üzerinde sistematik bir çalışma yapamıyor. Bu konuda, İslam toplumlarının ve kültürlerinin, hiçbir entelektüel stratejiye sahip olmadıklarını mahcubiyetle ifade etmek gerekir.
Hangi toplumda ve kültürde yaşıyor olursak olalım, dünyaya, olaylara, gelişmelere ilişkin algılarımızı, bizim irademiz dışında, hegemonik dünya görüşünün ve siyasetinin hizmetindeki kitle iletişim araçları belirliyor. Gerçek böyle olduğu halde, İslam toplumlarında siyasal palyaçolar, palyaçoluklar, popülist propoganda yoluyla toplumları tektipleştirmeye ve aptallaştırmaya devam edebiliyor. Müslüman halklar, iktidar tutkuları adına her tür bayağılığa, yalana ve çürümeye karşı sessizliğini koruyor. İslam toplumlarında karizmatik dini ya da politik figürlerin tutkuları, zaaf ve yetersizlikleri ilgili toplumun tutkuları ve yetersizliği haline gelince, yapılabilecek hiçbir iyi şey kalmıyor. İslam toplumlarında karizmatik dini ya da politik figürler, birer kurtarıcı gibi algılandıkları için, siyasal dil ve söylemin seviyesizliği, siyasal tavrın ve tarzın kabalığı bir sorun teşkil etmiyor. Kaba tavır ve tarz, karizmayla eş anlamlı hale gelebiliyor. Toplumlarımızda bugün, politik etkinlik TV. Medya gösterilerine dönüşmüştür. TV. Medya alanı dışında kalmak, bir şekilde yok olmak anlamı taşıyabiliyor. Elektronik/dijital aracılar aracılığıyla, birbirleriyle iletişim içerisinde bulunan genç kuşaklar, gerçek anlamda iletişime yabancılaşıyor. Küresel internet kültürü tarafından biçimlendirilen genç kuşaklar, hafızası olmayan varlıklara dönüşüyor. Özellikle, küresel koronavirüs sağlık krizi döneminde, insanlar, sosyal bağlara, ilgilere, hassasiyet ve sorumluluklara, sosyal dayanışmalara yabancılaştıkları için, büyük bir boşluk duygusu ve ruhsal yıkım yaşıyor.
Her toplumda, her kültürde, İslam toplumlarında da, hayatın her alanında varoluşsal kaygıların ve ideallerin yerini, kişisel kaygılar ve idealler alıyor. Toplumsallığın çöküşü derinleşiyor. Varoluşsal kaygıların/ideallerin yerini, kişisel kaygılar ve idealler aldığı için, Mülüman aydınlar, uzmanlar/profesyoneller de ticarileşiyor. Kitle medyası yoluyla yayılan/genişleyen/büyüyen popülist kültür, politik dil ve söylemi duygusallaştırıyor, kutuplaştırıyor. Popülist politik dil/söylem içeriği ile değil, sahip olduğu üslup ve tarzla öne çıkıyor.
İslam dünyası toplumları/kültürleri, duygusal/romantik/popülist/yerli-milli/resmi gündem ve resmi kutsallar doğrultusunda birörnekleştirildikleri, basmakalıplaştırıldıkları için, evrensel okur-yazarlığa, evrensel farkındalığa, bilinç ve bilgeliğe yabancılaşıyor, bu yabancılaşmalar sebebiyle de, bitkisel hayatlar benzeri hayatlar yaşıyor. Evrensel büyük/kapsayıcı İslam ailesine ait olma bilinci yerine, yerli ve milli yaklaşımları ikame etmek, evrensel İslami bilince karşı savaşmak anlamı taşıyor. İslam toplumlarında ancak, özel özgürlüklerden, iktidar çevrelerinin yararlanabileceği, ayrıcalıklıların özgürlüğünden söz edebiliyoruzz. Farklı düşünenler, eleştirel düşünenler, bağımsız düşünenler bu özgürlüklerden yararlanamıyor.
İslam dünyası toplumları, içerisine hapsedildikleri, duygusal/romantik/popülist/yerli-milli/resmi gündem ve kutsaları içeren, resmi çerçeveyi aşma iradesi gösteremedikleri için, yeni bir dava adamları, bağımsız düşünür ve entelektüeller kuşağı yetiştiremiyor. Entelektüel haçlı seferleri karşısında, utanç verici bir entelektüel bozgun yaşayan Müslüman kültür/düşünce/edebiyat/ilahiyat profesyonelleri, İslami bilinci üretebilecek ve özgürleştirebilecek entelektüel liyakat ve cesarete sahip olmadıkları için, İslami sorumluluk alanlarını birer birer terk ediyor. Bugün, İslam toplumlarının karşı karşıya bulunduğu en derin ve en büyük yabancılaşma , İslami bilinçten uzaklaşıyor olmalarıdır. Günümüzde temel İslami sözcükler/tanımlar/kavramlar bağlamlarından koparılarak, ulus-devlet kutsallarının hizmetine tahsis ediliyor. Ulus-devletler meşruiyetlerini tahkim etmek üzere, çok abartılı ve ölçüsüz hamaset tarihleri kurgulamaya çalışıyor.
Aziz İslam, Müslümanlardan, bütün insanlıkla konuşabilecek, bütün insanlığa ulaşabilecek niteliklere, ahlak ve bilgeliklere sahip olmalarını ister. İslam toplumları ve kültürleri, İslami kurucu bilincin ufkunu terk ederek, ulus-devlet alanlarına taşındıkları için, modern-seküler ontolojik ve epistemolojik ayrımcılığın/tahakkümün ve kontrolün, kurumsallaşarak, otorite ve meşruiyet kaynağı haline gelmesi karşısında, İslam’ın ontolojik ve epistemolojik özgürlüğünü ve bütünlük bilincini yeniden talep edemiyor. Bu konudaki tarihi sessizlik bir türlü aşılamıyor. İslam toplumları, yerli-milli alanlara-ilgilere-siyasetlere kapanarak, ideolojik ırkçı hegemonyayı aşmanın mümkün olmayacağını bir türlü düşünemiyor. İslam toplumları ve kültürleri ulus-devlet kutsallarını içselleştirdikleri için, İslam’ı, gerçek bir varoluş halinde değil, folklorik bir varoluş biçiminde tecrübe edebiliyor. İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı, İslam’ın ontolojik ve epistemolojik özgürlüğünü hiçbir biçimde telaffuz edemiyor. Bugün, İslami otorite ve meşruiyeti yeniden tesis etmek yerine, hangisi olursa olsun, herhangi bir mezhebin otorite ve meşruiyetini tesis etmeye çalışıyoruz, çalışabiliyoruz.
Hamaset yoluyla, popülizm yoluyla, propaganda yoluyla rıza üreten toplumların ve kültürlerin stratejik bir ufuksuzluk içerisinde bulunduklarını görmek gerekir. Günümüzde stratejik bir ufuksuzluk içerisinde bulunan İslam toplumları, varoluşsal sorunlara nüfuz edemedikleri, varoluşsal/yapısal/tarihsel sorunlarla ilgili çözümlemeler yapamadıkları için, özellikle Ortadoğu bölgesinde yalnızca İsrail’in, kendi dünya görüşü merkezinde kendi gerçekliğini oluşturduğunu göremiyor, görmek istemiyoruz. Burada aziz İslam’ın evrensele açılarak, evrenseli görerek/gözeterek/kavrayarak, evrenselin gereğini yerine getirerek, kendi küresel gerçekliğini oluşturduğunu hatırlamak/hatırlatmak, yeni bir tarih bilinci kazanmak için gerekli olabilir. Bugün küresel sistem her yerde, her alanda, insani ve ahlaki alan bırakmayan mutlak bir yabancılaşma sergiliyor. Böyle bir durumda İslami dayanışmayı harekete geçirmesi gereken İslam toplumları, siyasal ve toplumsal mutabakat kültürüne yabancılaştıkları için, bütünüyle milliyetçi-mezhepçi tercihlere yöneliyor. Her ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de mezhep millileştiriliyor. Siyasal ve toplumsal mutabakat kültürüne yabancılaştığımız için, dayanışma yoluyla, akamete uğrayan/uğratılan tarihi yeniden başlatabileceğimizi akledemiyoruz.
İslam dünyası toplumları-kültürleri sömürgecilerin dayattığı entelektüel/kültürel/siyasal ufkun ve değerlerin dışına çıkma iradesi gösteremedikleri için, kendi gerçekliklerini, İslami gerçekliği oluşturamıyor. Bugünün dünyası, demokrasi maskesi altında eksiksiz bir teknokrasi aracılığıyla yönetiliyor. Bu nedenle siyasal belirsizlikler aşılamıyor. Hangi toplumda, hangi kültürde yaşıyor olursak olalım, hangi dünya görüşüne, hayat tarzına bağlı olursak olalım, istisnasız, bütün kişisel verilerimiz, ilgilerimiz, uğraşılarımız, tercihlerimiz vb. teknokrasi iktidarının oluşturduğu, bir başka/yabancı iradenin oluşturduğu yapılarda toplanıyor. Bu nedenledir ki, kendi gerçekliğimizi oluşturamadığımız için, her durumda, sistematik bir biçimde sömürgeci enformasyona, ideolojik enformasyona maruz kalmaya devam ediyoruz. Hangi alanda olursa olsun, araçsal bir konuma mahkum olmak, yapısal bir bağımlılığa işaret eder.