Türkiye, Libya’da mı!

Yasir Polat

Batı güçlerinin sürekli süregelen doğu ülkeleri üzerinde ki planları, arzu ve ihtirasları bitmek bilmiyor.

Egolarını tatmin etmekten tutunda, yüzyıllık alışkanlıkları olan ekonomik sömürge bulma çabalarının yanı sıra, “biz alacaklarımızı aldıktan sonra, gerçek sahiplerine ne olduğu, ne hale düştükleri çok da önemli değil” bencillikleri ile her gün yeni kıyımlara, bitmek tükenmek bilmeyen zulümlere imza atıyorlar.

Yakın zamanda Suriye, uzun süredir Filistin, mısır ve diğer Ortadoğu ülkelerinde ki kıyımların, kıyımların yanında kökünü kuruttukları yer altı kaynaklarının haddi hesabı yok nezdinde.

Şimdi de Libya, batıca görevlendirilmiş paralı asker Hafter!

Ülkenin her alanında kaosa, kıyıma sebep olduğu gibi vatan sevgisi, ülkenin refah ve huzurunun kaimi için can havliyle dua eden, yakarış ve bağırışları ile birlikte UMH’nin de desteği ile kutsal topraklarının bağrını korumaya yemin eden vatan perverlerin çabası, ne yazık ki silahlandırılmış, yakın zamana değin güçlendirilmiş Hafter kadar ka’le alınmayışları; bu işin ipini elinde tutan güçlerin, ne denli duyarsız ve insan odaklı olmadıkları tekrar tekrar kanıtlanmış oldu.

Ve zaten batının bağrı, Demokrasi(!) ve Hürriyeteler(!) ülkesi olan ABD’de ki malum siyahi vatandaşın ölümü, öldürülme şekli ve yıllardır o renge karşı sürdürülen tavırları, onları çok net bir şekilde anlattığını düşünüyorum.

Öyle ya da böyle kendi vatandaşına bunları reva gören bir zihniyetten insanlık namına bir şeyler istemek çıktığı dalı kesmektir. Onlara bel bağlayanların bir gün bel’lerinden olacağı da Hafter’de olduğu gibi aşikârdır.

Evet, Hafter’de bel bağladığı güçlerce başıboş bırakıldı. Umduklarını mı alamadılar, aralarında anlaşmazlık mı oldu? Bilinmiyor. Yakın zamanda kokusu çıkar.

Türkiye devletinin,  her dem olduğu gibi komşu ülkeleri(düşman dahi olsa) için sürekli işin içine girmiş, mazlumun ve mağdurun yanında hiç menfaat gütmeden durmuştur. Her ne kadar romantik gözükse de girdiği iş elbette ki genel anlamda zamanın savaş şekillerinden biridir. Ve bu durumun yan etkileri mutlaka tezahür edecektir, etmiştir de. Suriye, bu durumun en net örneğidir.

Zaten, girerken tüm yönleri ile analiz edilen bu tür durumların mutlaka analizleri yapılmış, ona göre strateji belirlenmiştir. Ancak, bazen öngörülenin aksine durumların ortaya çıkması, süren olayın iyiye veya kötüye doğru gitmesi olağandır.

Şuan Türkiye tüm benliği ile Libya’da, UMH güçlerinin yanında, yanı başında. Yine Rusya’ya, daha meşrulaşmamış Hafter’e destek veren diğer batı güçlerine rağmen.

Niye mi orada? Olmak zorunda olduğu için.
Değişen dengelerin arasında yerini alması gerektiği gibi, asırların üzerimize birer görev gibi yüklediği “Mazlumdan taraf ol” minvalinde, görevini yerine getirme dürtüsü ile… Orada!

Ve aynı zamanda Türkiye, BAE’nin güçlerini, destek verdiği GNA aracılığı ile bertaraf etti. Ve yine BM’lerin arenadaki gücünü kaybetmesine, Rusya’nın tökezlemesine sebep oldu. Bunların bir kısmını sadece Dronlaryla gerçekleştirdi. BAE’nin Hafter güçlerine göndermiş olduğu silah yığınlarını yok ederek Hafter’in güçsüz düşmesini sağladı.

Güçsüz düşen onca odaklı ülkelerin yeni planı ne oldu? Diye aklınızdan geçiyordur.

Tüm bu güçler, sözde devasa güçler ateşkese gidilmesini ısrarla talep ettiler.

Türkiye, uluslar arası arenada kendini en iyi şekilde gösterdiği gibi, zulüm gören halkların ve ülkelerin yanında durma potansiyelini de, güç geçtikçe yükselterek dünyaya insanlık dersi verdi. Tüm bunların yanı sıra “Dünyanın bu tarafında Türkiyesiz atacağınız her adım da, güçlü bir Türkiye ile karşılaşacaksınız” mesajı net olarak algılandı ve stratejiler ona göre şekillenmeye başladı.

Ha! Dış strateji olarak harikulade bir yol kat eden Türkiye, iç politika da neden böyle? İçi halletmenden dışa yönelmesi doğru mu? Soruları, içten boğulmaya sevk eden, dıştan soyutlanma, küçülmeye gitme, ufuksuz olma ve daha da önemlisi süren zulümlere sessiz kalınmasını istemek dışında başka bir anlam taşımaz.

Ki bizler halk olarak insancıl ve merhametli oluşumu her dem göstermeden, bu konuda en azından sesimizi yükseltmeden duramayız;
Mısır’da…
Filistin’de…
Hatta Kobani’de…
Ve geçmişe dönük yapılan vahşide kıyımların yıl dönümlerinde…
Kimsenin sesi bizim sesimiz kadar ses olmadı.

Ki, işin için de olan tüm, sözde büyük güçlerin bizim gibi problemleri, iç sorunları hayli hayli var. Olmaması olağan olur muydu hiç?

ABD, Siyahi olayın cereyanı, halkın psikolojik yıkımı, ekonomik kaos…

BAE, vatandaşından çok kendi yönetimi odaklı, batı güdümlü, zulmün coğrafyada ki üssü

Rusya…

BM…

Hepsinin iç dünyası, psikolojik, ekonomik ve sosyal hezimetler ile sarmalanmış, her an kaosa sürüklenmeye hazır koca koca(!) ülkeler. Onlar Libya’da zalimse bizim gibi tarihi mümtaz olan ülkelerin orda, tüm gücüyle zalime karşı durma görevi asla tartışılamaz.

Yüzde ellisinin İslam dinine tabii olan halkı olarak, dinin gereklilikleri konusunda ki zalim ve mazlum çerçevesini anlatmama gerek yok sanırım.

Ve yine hümanizm odaklı, haksızlık ve adaletsizlik durumlarına karşı tüm benliklerini ortaya koyan, izm ve tarafgirlerinin; akan kanlara bakış açılarının, sahip oldukları terazi yönüyle, yine hak ile haksızlık arasında ki kırmızı çizgiyi fark etmemeleri bu minvalde ki görüşlere göre imkansız.

Malumunuzdur ki hep derler, deriz; “Yiğidi öldür hakkını yeme!”
Aynı fikrin erbabı olmam hasebiyle, kendinize, zihni ve kalbi tefekkürünüze lütfen iyi bakın.

Etrafımızı günbegün saran, virüs imtihanını bir an önce bertaraf etmek dileğiyle,

Bilinçle, sağlıkla kalın.