‘TÜRKİYE BİRİNCİSİ DOKTOR MU OLMALI?’

Ömer Çelebi

Güzel bir Pazar günü ve kış içinde bir bahar gününü andıran Bursa’dan ben ve bana mihmandarlık eden dostumla Bursa’nın tarih ve estetik yüklü mekânlarını geziyor ve Bursa ile ilgili tüm malumatları not alıyorduk. Bursa, herkesçe malûm kültür ve mana şehri…

Çok kısa bir zaman dilimi de olsa hoşça vakit geçirmiş, ancak İstanbul’a hareket etmek saikiyle Mudanya’ya doğru yola koyuluyoruz. Ayrılmak istemesek de İstanbul’da bekleyen ve yolumuzu gözleyen dostlarımızın da hakkını gözetip Mudanya iskelesine yanaşarak vapurun kalkış saatini beklemeye koyulduk; güneş de gitti, gidiyordu…

Dostumla ayrıldıktan sonra onlarca aracın girdiği devasa vapurun merdivenlerinden yolcu bölümüne geçiyor, geçmişken martıların görsel şovunu temaşa ediyordum. İçerisi tıklım tıklım dolmuş bir şekilde 482 numaralı koltuğumu aramaya koyuldum. Nihayetinde bulduğumda hemen yan koltukta genç bir delikanlı oturmuş ve her genç gibi telefonuyla hemhal oluyordu.

Tam yola koyulduktan sonra fıtratımın da gereği olacak ki etrafımdakilere iletişim kurmayı seviyorum. Ardı ardına sorular sorarak çocuğu boğmaya çalışsam da bir yandan telefonla meşguliyeti bırakmak, bir yandan da sorularımın kesilmesini istemiyordu. Çünkü cevap vermeyi gerekçeleriyle anlatıyor, gayet mantıklı ve seviyeli çıkışlar yapıyordu. Belli ki dolu bir genç…

Hay aksi, çocuğu tanıtmadım. İsmi Batuhan, Ali Batuhan… Bursa’da bir öğretmenin oğlu… Liselere giriş sınavında tüm soruları doğru cevaplayarak Türkiye birincisi olmuş. Tabi Türkiye birincisi olunca özellikle İstanbul’un en prestijli okullarından kendisine teklif gelmiş.

O da tercihini Robert Koleji’nden yana kullanarak hazırlık okulu okumaya başlamış ve hafta sonları Bursa-İstanbul trafiği ile hayatını idame ediyor.

Daha yeni hazırlık okumasına rağmen İngilizce konuşması gayet akışkandı zaten muhabbet dilimiz de İngilizce idi…

Marmara denizinin dalgalarını kat ettikçe sohbetimiz giderek derinleşiyor ve konu konuyu açıyordu. Tam da bu noktada ileride hangi mesleği tercih edeceğini soruvermeye başladım. Robert Koleji gibi prestijli bir okulda okuyan kişinin herhalde meslek olarak mühendisliği tercih edeceğini düşünerek hangi mühendisliği istiyorsun diye sorunca ‘Ben doktor olmak istiyorum’ şeklinde karşılık verdi.

Nasıl olur da Türkiye birincisi ve Robert Koleji’nde eğitim alan bir öğrenci uzay teknolojisinin, yapay zekânın, kablosuz enerji iletiminin, endüstri devrimlerinin ve daha teknolojide çığır açan bir asrın içerisine dâhil olmaz? Tıp camiası ve doktorlar elbette ihtiyacımız olan dallar. Ancak teknolojiye aç olan bir ülke bu beyinleri teknoloji dünyasına dâhil etmesi gerekmiyor mu? Sorulacak çok soru var. 

Tabi yanımda oturan Türkiye birincisi, benim önerilerimi mihenge vuruyor önce. Hemen de kabul edip almıyor yani direniyor, pes etmiyor. Doktor olmanın gerekçelerini bir bir sayıyor. Doktorluğun kutsal bir meslek olduğunu, insan yaşamında önemli bir misyonunun olacağını düşünerek tercih edecekmiş.

Her ne kadar doktorların insanların hayatını kurtarması için ellerinde sihirli değneklerin olmadığını, teknoloji ürünü cihazlardan veri alarak tedavi ettikleri örneğin MR, tomografi ve röntgen cihazlarının mühendisler tarafından icat edilmemesi durumunda doktorların tedavi yapamayacağını yani mühendislerin de insan yaşamında önemli rollerinin olduğunu yüksek sesle haykırsam da ikna edemedim, beyhude… O inatla doktor olacağım diyor.

Yenikapı rıhtımında indiğimizde yemek yemeyi teklif edip mühendis olması için ikna etmeye devam edecektim. Lâkin kolejin servis şoförü onu bekliyor ta ki kolejin yurduna götürsün. İletişim bilgilerini alarak ayrıldık. Akşam da tam karanlık girdabına, İstanbul’un o şaşaalı hayatına dalıvermiştim.

Yenikapı’da metroya binince aklımı kurcalayan mesele hâlâ; ‘Türkiye birincisi nasıl olur da doktor olmak ister’ sorusu?... Evet, birçok lise yönetimi kariyer günleri kapsamında beni öğrencilerle buluşturuyor.

Gittiğim her yerde öğrencilere hangi meslek grubunu tercih edeceklerini soruyorum. Çoğu ya tıp fakültesi ya da iki yıllık sağlık bilimleri fakültesi, att, odyometri, anestezi, radyoloji, ötesi yok… Gençlerimiz meslek tercihinde nasıl kanalize edildiğini bilmiyorum ama belli ki bir ‘mahalle baskısına’ benzer ebeveyn baskısı var. Bu şartlarda işi ve mesleği garanti olan, ataması kolay olan ve iyi aylık alan meslekleri zorlaması…

Dolayısıyla öğrencilerin çoğu bu bölümlere yığılıyor. Mühendisliğe de sair mesleklere de rağbet düşüyor. Alternatif olarak tercih diliyor.  

Ben bu metodolojinin daha çok Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yaygın olduğunu düşünüyordum. Bursa’dan Türkiye birincisi Batuhan’ın ısrarla doktor olma hevesi belki iş ve klasik açıdan uygun düşebilir ama teknolojiye aç bir ülke için sakıncalı olduğu kanaatini taşıyorum. Zira herhangi tıp üniversitelerinden mezun ve azimli olan herkes iyi bir doktor olabilir. İyi doktor olmanın da varacağı pik değeri hudutludur. Yani ne kadar emek verse de hedef olarak varacağı nokta bellidir, onu aşamaz. En fazla Mehmet Öz olur, olabilir ötesi olmaz.

Ancak teknoloji esnektir. Sınır ve hudut yok. Teknolojinin varacağı liman yok, belli değil. Açıldıkça açılıyor. Yapay zekânın daha ne getireceği henüz keşfedilmemiş, savunma sanayi nereye duracak bilinmiyor, yenilenebilir teknoloji neye erişecek daha hesaplama aşamasında. İşte Batuhan gibi beyinlerimizin bilinmeyen, erişilmeyen, keşfedilmeyen ne kadar teknoloji varsa bulup ülkeyi kalkındırması gerekiyor. O da doktor olsa içimizden Elon Musk nasıl çıkacak? Yani herkes iyi kötü doktor olabilir ama herkes Musk olmuyor, olamıyor. Beyne ve kapasiteye ihtiyaç var.

Devlet bir planlama yapmalı, teşkilat kurmalı böyle ne kadar beyin varsa bulup teknoloji deryalarına daldırmalı. Doktor olmakla ülkenin mühendislik seviyesini düşürmemeli. Doktordan önce iyi mühendis olma potansiyeline sahip gençlere ihtiyacımız var, Ali Batuhan gibi…

Benim kendi hususi dünyamda mücadelem sürecek, tahşidatım artacak evelallah Batuhan’ı mühendis olmaya ikna edeceğim. Daha dört yılımız var.

Hepimizin, geleceğimizin ona ve onun gibilerine ihtiyacı var, teknolojinin şaha kalktığı bir asırda hem de…