Türkiye’de ırgat denince iki şehir akla gelir, Adıyaman ve Urfa. Türkiye’nin neresine giderseniz gidin tarlada çalışan mevsimlik tarım işçileri ya Adıyamanlı ya da Urfalıdır. Zaten Google’ye “Irgat” ve “Mevsimlik tarım işçileri” diye yazdım bu iller çıktı. Bu bizim kaderimiz mi diye düşünüyorum ama kaderle bir bağlantısını bulamadım. Birileri bize gidin diyor, bir de eşyamızı yükleyip yollara düşüyoruz. Artık öyle bir hale geldi ki, giden sağlam dönebilecek mi diye düşünmeye başlıyoruz çünkü yollarda çok canımız gitti. Gitmememiz için bir şeyler yapılması gerekiyordu, yaptılar. Önümüze yüksek gelirli ürünler koydular. Mesela nar gibi. Ektik ama Pazar bulamayınca hepsi ambarlarda çürüdü. Sonra ceviz ve badem dediler, onları da ektik. Eh işte, şimdilik idare ediyor. Zaten sorun da bu değil. Ceviz ve bademi tarlası olan, zenginler ekiyor. Fakirin baden ekecek tarlası mı var. Bir şekilde çalışması gerekiyor. Fabrika dedik, ne gelen oldu ne de giden. Tekstil dediler. İyi hoş da işçiye para mı veriyorlar. Yani anlayacağınız işsizliğe bir türlü çare bulunamadı. İnsanlar zamanı gelince yine gurbet ellere doğru aktı. Zengin gittikçe zengin olurken fakir ise gittikçe daha fazla öldü. Bunların hepsi ne zaman başladı hatırlıyor musunuz? Tekel kapandı, tütün kotaya bağlandı ya, işte o zaman. Gerçi o zaman da ırgatlık vardı ama çok fazla değildi. Birkaç yıl önce insanlar yine tütün ekmeye başladı. İnsanlar evlerine eşya aldı. Yaşam şartları epey iyileşti. Hele şükür, karnımız doydu yani.
Şimdi tütün yine yasaklandı. Tabi, çünkü tütün zararlı bir ürün. Yasaklanması da gerekiyor ama yerli tütünü yasaklamadan önce yurt dışından gelen tütünü yasaklamalısınız. O gelmese bizimki de yasaklansın, ne olacak fakat yurt dışından gelene izin verip yerli tütünü de yasaklarsanız kusura bakmayın bunda kasıt var derim. Siz apaçık Adıyaman insanına gidip ırgatlık yapın diyorsunuz. Bu da bizi çok üzüyor. Siz bizi üzerseniz biz de sizi sandıkta üzeriz. 2 + 2 = 4, bu kadar basit.
Siyasetçilerimiz ile konuyla alakalı olan bürokratlarımıza gelince. Onlar için hava hoş. İnsanlar ne kadar fakir olursa o kadar muhtaç olurlar. Bu da onların işine gelir. Bu noktada aklıma bir şey geldi. Çok değer verdiğim bir dostum anlatmıştı. Hepsini hatırlamıyorum ama konuyu anlamıştım. Ben de kendi anlatım tarzımla size aktarayım.
Patronlar iyi şartlarda yaşarken işçiler kötü şartlarda yaşıyorlardı. İşçiler bundan rahatsız olup patronlarının yanına gittiler ve “ Sizde televizyon var, buzdolabı var, klima var, çamaşır ve bulaşık makineleri var ama bizde yok. Zam istiyoruz” dediler. Patronlar da “Size de aynı şartları sunmamızı ister misiniz” dediler. Tabi işçiler büyük bir memnuniyetle bunu kabul ettiler. Sonra bankaya gidip kredi almalarını sağladılar. İşçiler aldıkları kredilerle kendilerine son model televizyon, buzdolabı, klima vesaire aldılar. Bir süre sonra taksitler geldi ama ödeyemediler. Tekrar patronların yanına gidip zam istediler. Patronlar ise maaşlarını düşürüp isteyen çalışır, istemeyen gider demeye başladılar. İşsiz kalacak olan işçiler taksitleri ödeyemeyeceklerini bildikleri için yarı fiyatına çalışmaya başladılar. Bu sistem insanları bu duruma getiriyor. Bu örneği memleketin patronları için söyledim. Sakın kimseden bir beklentiniz olmasın diye.
Konu üzerine söylenecek çok söz var ama inanın biz söyleye söyleye bıktık bize bunları reva görenler bir türlü bıkmadı. Sözün özü, ne zaman ırgatlıktan kurtulmak için önümüze bir fırsat gelse hemen devreye vaatler girip o fırsatı elimizden alıp gidiyor.