Suya atılan bir taşın oluşturduğu ve gittikçe genişleyen dalgalar gibi mücadele de yerelden başlar ve dalgalar gittikçe genişler. Dalgalar, taşı suya vurma gücümüze göre kuvvetli veya zayıf olabilir.
Mücadele de öne sürülen fikrin sağlamlığı ve doğruluğuna göre bir güç ve kuvvete sahip olabilir. Sosyal hareketler havadan üretilemezler, mutlaka yerel bir başlangıç noktası ve yerel bir ayağının olması gerekir. Yerelden yoksun fikirler ve hareketler fırtına ve tsunamiler karşısında tutunamazlar. Kökleri yerde güçlü bir şekilde tutunmuş, sabit bir ağacı fırtınalar kolay kolay deviremezler.
Şeyh İzzeddin el-Kassam’ın önce İngilizlere karşı sonra Siyonist İsrail’e karşı başlattığı mücadele, Filistin topraklarına bir anlam, bir renk ve bir tat vermiştir. Bugün İzzeddin el-Kassam’ın başlattığı mücadelenin tadı ve kokusu Filistin topraklarında insanlara mücadele ruhu vermektedir. İsrail ve onun destekçileri İzzeddin el-Kassam’ı fiziksel olarak Filistin topraklarından temizlemiş olabilirler fakat el-Kassam’ın attığı tohumlar bugün güçlü bir şekilde filizlenmektedir. O ve onun gibilerin başlattığı mücadele Filistin davasına bir renk vermektedir, yoksa Filistin’deki bir taşın veya bir avuç toprağın bir kutsiyeti olmaz. Toprak üzerinde anlamlı bir hayat yaşanıyorsa ve başka yerlere doğruluk, hak ve hakikat aşılıyorsa kutsal olabilir. Yoksa Sibirya’daki bir taşı da Mescid-i Aksâ veya Kâbe’nin binasında bulunan taşı da yaratan Allah’tır.
İhvan-ı Müslimîn Mısır kaynaklı olup dünyaya açılan İslâmî bir harekettir. Hamas ise Gazze’de Şeyh Ahmet Yasin tarafından tohumu ekilen kökleri sağlam tutunmuş, sabit bir ağaç misali, düşünce ve felsefesi ihvana ait yerel bir harekettir. Mümin, bir bilinçle, bir ferasetle olaylara ve tarihe bakar. Bugün Filistin davasında Şeyh İzzeddin el-Kassam’ın ve Şeyh Ahmet Yasin’in ihlasla, samimiyetle, bir bilinçle attığı tohumlardan yeşeren filizler görünmektedir.
Bu bahsettiğimiz iki örnek sadece İslamî mücadele ve faaliyetler için değil, ekonomi, siyaset ve sosyal olaylarda da örnek teşkil etmektedirler. Kalkınmış ülkelerin bilim, sanat, kültür ve medeniyet hikayelerine baktığımızda temelinde yerelden genele bir seyir takip eden bir mektep, bir medrese, bir ekol olduğunu görebiliriz. Bugün Almanya’nın, İtalya’nın ve İngiltere’nin yönetimlerine, yönetim felsefelerine baktığımızda bu ekol ve mekteplerin izlerini rahatlıkla görebiliriz. Japonya’nın, Almanya’nın ve Amerikan’ın ekonomi, siyasi ve sosyal refahta yükselmelerine baktığımızda yine bu ülkelerdeki köklü ekollerin izlerini görebilmekteyiz.
Ülkemiz bu anlamda siyasal, sosyal ve ekonomik olarak dayanabileceği mektep ve ekollerden yoksundur. Eskiden var olan ve belki Selçukluların, Osmanlıların yükselişlerinde dayandıkları Bektaşilik gibi bazı tarikat ihvanı gibi gruplar vardı. Fakat bunlar Cumhuriyet’in top yekûn reddi mirasıyla ortadan kaldırılmış ve günümüze hükmeden mektep ve ekoller olmaktan yoksundur. Peki, bu tür mektep ve ekoller şehirlere ve ülkelere gökten, ilâhî bir vahiy ile mı gelirler? Elbette ki hayır. “Ve en leyse lil-insani illâ mâ seâ” (İnsana çalışması, çabasından başka bir şey yoktur).
Bu işler emekle olur. Üç beş reklam ve görüntüyle olabilecek şeyler değildir. Özellikle günün siyasi yelpazesine göre gelişen ve sırtını siyasi partilere dayayan bir hareket ve mektep ülkeye fazla bir şey veremez.
Selam ve dua ile.