Seksenli yılların son dönemlerinin sert kışıydı.
Bir yandan ülke yönetimi kontrolden çıkmış, öte yandan halk fakirlikle mücadele ediyor.
İlkin 1984 yılında Güneydoğu’da patlak veren olaylar giderek karmaşık ve çözümü zorlaşan bir hale giriyor, öte yandan bölge halkının gelecek adına umutları yıkılıyor.
İç politika, dış politika, ekonomi, eğitim, sağlık ve kısaca ülkeyi ilgilendiren her kurum ayakta kalma mücadelesi veriyor.
Tam bu karmaşık bir dönemde doğuşuyla beraber anormal bir çocuk dünyaya geliyor.
Vücudu anne karnındayken yara almış garibimin.
Dünyaya ‘’bir sıfır’ yenik geliyor.
Cennet kuşu olmak varken, ‘O’ yaralı bedeniyle dünya cehenneminde bir insan olmayı, insanca yaşamayı tercih ediyor.
Adıyaman’ın Kâhta ilçesinde mütevazı bir ailenin 4. evladı olarak dünyaya gelen ‘O’ çocuk nefes alamıyor.
Sanki dünya ‘sen buralara, bu karanlık dehlizlere layık değilsin, git altından ırmaklar akan Cenneti’ne git’ der gibi onun hak ettiği nefesi aldırtmıyor.
‘O’nun kibrit kutusu kadar olmayan kalbine, ciğerlerine acımasız kurtlar yerleştirilmiş, dünya ‘O’nu ait olduğu yere geri göndermek için var gücüyle mücadele ediyor.
Ama ‘O’nun da bir ahdi vardı bu dünya zindanına karşı.
İyi ya da kötü de olsa bir yuva olan bu dünya ‘O’nun için henüz bir mezaristan olmamalıydı.
Bu kadar insana imkân ve imkânat olan bu dünya ‘O’nun için neden asude bir nebatat bahçesi olmasın?
Herkes gülerken ‘O’ neden ağlasın?
Çocuklar okula giderken ‘O’ neden geri kalsın, neden?..
İşte bu nedenler ‘O’nun kurtuluş hikâyesini ateşleyen en önemli paradigmalar oluyor?
Belki de yeni bir doğuşun ve yeni bir dirilişin gerekçesiydi bu nedenler!
‘O’, küçücük bedenin kansere karşı erimesine göz yummayacak, ayağa kalkacak ve ‘kurtuluş’ meşalesini yakacak.
Bölgesel ve küresel sorunlar ‘O’nun babasını ümitsiz bırakmayacak, annesinin azmini kırmayacak ve kıramayacak.
Her türlü zorluğa ve her çetin şartlara karşı ‘O’ ve ‘O’nun annesi ve babası başını asla eğmeyecek; önce dünya zindanına sonra da kalbine ilmik ilmik işleyen o kurtlara karşı bir savaş verecek!
Bedenindeki yara ve bereler çoğaldıkça ‘O’ savaşıyor ve düşmana karşı asla pes etmiyor.
Zaman zaman ümitler yıkılıyor, çaresizlik içinde annesi ağlıyor, babası çöküyor ama ‘O’ diriliş için yeniden savaşıyor.
Doksanların geri kalmış tıp teknolojisi, çöken sağlık sistemi ve maddi sıkıntılar düşmanı sevindirse de ‘O’ ve ebeveynleri ‘kurtuluşa’ ereceklerine bir kere inanmışlardı.
Gemiler yakılmıştı artık.
Tam 14 yıl boyunca şehir şehir, kasaba kasaba dolaştırılarak düşmanla göğüs göğüse, yürek yüreğe savaşarak alaşağı etti.
Artık ‘O’, yani herkesin öldü dedikleri - dünyaya hani bir sıfır yenik gelen çocuk - insan mucizevi bir şekilde kanseri şartlar ne kadar da çetin olsa yenmiş ve zaferini ilan etmişti.
Yani ‘kurtuluşa’ ermişti.
İşte ben de uzun yıllardır, doksanların en zorlu dönemlerinde kansere karşı zafere ulaşan bu çocuğun hikâyesini yazmak için kolları sıvadım.
Yani ‘O’nun kurtuluş hikâyesini yazarak bu illete yakalanan her kanser hastası çocuğun sesi olmak istedim.
Dünya Covid-19’la boğuşurken ezeli düşmanının kim ya da kimler olduğunu unutmaması için yollara düştüm.
‘O’nun şehir şehir dolaştırılarak gittiği hastaneleri, koridorları ve yattığı hasta odasının içine girerek yazdım.
Kendimi adeta ‘O’nun yerine koyarak kurguladım ‘Kurtuluş Romanı’nı…
En büyük destekçilerinden anne ve babasını dinleyerek kaleme döktüm ‘O’nun hikâyesini.
Yaşadıklarını yaşadım adeta…
Kendimden bilerek…
‘O’nun Diyarbakır’da geçirdiği - hani kurtulma şansı hiç yok dedikleri yer - ameliyat masasına sanki ben yatarak yazdım bu romanı.
‘O’nun kurtlarla yara-bere içinde kalmış bedeninde ben varmışım gibi kelimeleri dizdim.
Çok şükür kitap bitti, herkese kılavuz olacak bu eser çok yakında raflardaki yerini alacak.
‘Kurtuluş Romanı’nı okuyan anlayacak ki, hayatta mucizenin gerçek olduğunu ve tılsımlı bir elin ümitlerin bittiği en son noktada imdadınıza yetişecek.
Bu romanla okuyucu bilecek ki, bir anne ve babanın evladının kurtuluşu için canını, malını, her şeyini nasıl feda edecek.
Ölüm döşeğinde bir insanın, hususen ciğerleri kurtlar tarafından yara-bere içinde kalan bir çocuğu kurtarmanın tüm insanlığı kurtarmak gibi olduğuna şahit olacaksınız.
O dönemin geri kalmış teknolojisine, çöken sağlık sistemine ve parasızlığa yani her şey düşman lehindeyken bir umudun hikâyesini okumaktan gözyaşlarınızı dökeceksiniz.
‘Kurtuluş Romanı’ ile toplumda git gide kaybolan fedakârlıkların o dönemde ne kadar kıymetli olduğunu, fedakârlığın insan için en büyük sermaye olduğunu öğrenince belki de şaşıracaksınız.
Bu eserle dünyadan umudunu yitirenlerin, buhranlar içinde yaşayan, hayattan nefret edenlerin nasıl kurtulabileceklerini göreceksiniz.
‘Kurtuluş Romanı’ ile karanlık bir gecenin, aydınlık bir sabaha uyanışına tüm insanlık şahit olacak.
Korona virüsle bütün insanlığın ortak konusu olan hastalık çok konuşulunca yazdım bu eseri.
Özellikle sağlıklı insanların okumasını tavsiye ediyorum.
Çünkü bu evrende yaşayan herkes muhtemel bir kanser adayı…
Bu kitap herkese, her görüşe, her ideolojiye, her yaşa, her katmana hitap ediyor ve edecek.
Çünkü kanser sınıf ve zümre ayırmıyor.
Bu nedenle çok yakında çıkacak ‘Kurtuluş Romanı’nın dünya üzerinde konuşulan her dile çevrilmesini, her insana ulaşmasını ümit ediyorum.
Her insanı bu hikâyeyi başucu kılavuzu yapmasını temenni ediyorum.
Ben ‘O’ çocuktan çok ama çok etkilenerek yazdım ve yazmak istedim ‘Kurtuluş Romanı’nı.
Yirmi yıldır bunun planını yapıyorum.
Çünkü ‘O’, ‘Bendim!..’