Yakın dönemde belli sebeplere bağlı olarak ismini sıkça duyduğumuz, önceki dönemlerde de kuşak adlandırmasının yapıldığı ancak şimdiki gibi rağbet görmediği bir kuşak ifadesi: yeni nesil gençlik veya bir diğer adıyla Z kuşağı...
Biz daha çok indirgemeci ve ithal bir kuşak adlandırması olan Z kuşağı kavramı yerine yeni nesil gençlik deyişini kullanmayı daha kapsayıcı ve daha doğru buluyoruz. Ancak bahsimizin konusu toplumca büyük ölçüde kabul gören Z kuşağı kavramı üzerinden olacak.
Bu kavramı daha detaylı bir tarife konu edersek, daha çok gözleme dayalı bir tariften bahsedebiliriz. Genellikle teknolojiyle hemhal olan, özgürlüğüne düşkün, keskin çizgilere sahip, başarısızlığı asla kabullenmeyen, bireyselci ve tasarlamayı seven bir nesil olarak tanımlanıyor Z kuşağı. Son 2-3 yıldır ise tarife muhatap bu özellikler sıkça dile getirilerek gündemden asla düşmüyor yahut düşürülmüyor. Şimdi daha geriye gidelim ve önce kuşak adlandırmasının tarihine bir göz atalım.
Bu tarz bir kuşak adlandırması yakın dönemde X, Y, Z kuşakları şeklinde karşımıza çıkmakla birlikte, her kuşak adlandırması kendi içinde belli bir dönemi temsil ediyor. X kuşağı 1960'la 1980 yılları arasını, Y kuşağı 1980'le 2000'li yıllar arasını, Z kuşağı ise 2000'le 2020 arasını ihtiva ediyor. Kuşak adlandırmaları, basit bir tesadüfe konu edilerek değil, belli bir otorite tarafından muhtemeldir ki belli bir maksat çerçevesinde literatüre ekleniyor. 2.Dünya Savaşı sonrasında meydana gelen doğum patlamasıyla birlikte olağanüstü sayılabilecek bir nüfus artışı oluştu. İngilizler oluşan yeni nüfusu "baby boomer" kuşağı olarak adlandırdı. Daha sonra kuşak isimlendirmesi bir âdet haline geldi ve günümüze kadar devam etti. Bu adlandırmalar daha sonra X, Y, Z kuşağı olarak karşımıza çıktı. Sonuç itibariyle insan, hangi adlandırmaya muhatap olursa olsun, hangi zaman diliminde dünyaya gelirse gelsin fıtraten aynıdır. Ancak, içinde bulunduğu dönemin şartlarına göre kazanımlar elde edebilir ve buna bağlı olarak bazı farklı özellikler taşıyabilir.
Bu farklılıkları ve özellikleri olağan kabul edip sinmek, zamanı yakalayamamaktır. Geleceğimizin teminatı gençlerimizi anlama noktasında azami gayret, anne ve babaların, öğretmenlerin ve hassaten her yetişkin bireyin vazifesidir. O halde anlama ve tanıma adına, başta farklılıklar olmak üzere, kuşaklar arası ilişkileri inceleyelim.
İlk olarak Z kuşağıyla önceki kuşakların temel farkını ya da farklılıklarını incelediğimizde; önceki dönemleri tecrübe edenlerin olgunlaşmayı zorlukları aşarak elde ettiğine, yeni neslin ise daha bol imkânların içinde doğduğuna ve bu sebeple birçok şeyi kolay elde ettiğine şahit oluyoruz. Dolayısıyla diğer kuşak temsilcileri yeni nesilden varlık içinde olgunlaşmalarını bekliyor. Yokluk zamanında insanın olgunlaşması, varlıkta olgunlaşmaya göre daha müsaittir. Anlama noktasında sıkıntı çekmemizin ve farklılıklarımızın temelinde yatan sebepler arasında bu husus ilk sırada yer alıyor. Ortaya çıkan sebepler her zaman bu kadar masum olmuyor. Bunun örneklerini hayatımızın tüm alanlarında iliklerimize kadar yaşıyoruz. Son dönemlerde kuşak adlandırması yaparak, gençleri taltif edici yazılara oldukça sık rastlıyoruz. Bu yazıların çoğu siyasi getirim ve maksat taşıyan methedici yazılar. Esasında gençlerimiz, popüler kültürü hiç sorgulamadan kabul ettikleri için, mevcut siyasetin ve kültürel emperyalizmin adeta hedefi konumundalar. Özellikle mevcut siyaset anlayışı kuşak adlandırması üzerinden oy devşirme derdinde. Siyasetin hedefi konumunda olan gençlerimiz, Z kuşağını eleştiren ve kendi doğrularıyla yön vermeye çalışan önceki kuşakların temsilcileri olan anne ve babalarımızın da kıskacı altında. X kuşağının temsilcisi olan anne ve babalar Z kuşağıyla bir türlü beklediği kontağı kuramıyor.
Bunun temel sebebinin X ve Z kuşağı arasındaki kuşak kopukluğu olduğu ifade ediliyor. Ebeveynler geçmişte tecrübe ettiklerini yeni nesil üzerinde tecrübe etmek istiyor. Haliyle bu tecrübe aktarımı bir beklentiyi de beraberinde getiriyor. Bunlar; kadir kıymet bilmek, vakti doğru kullanmak, çok soru sormamak ve şımarıklık göstermemek. İlkin sayabileceklerimiz bunlar. Problemi sadece tek bir grubu merkeze alarak ele almamak gerekir. Bu duruma örnek gençlerimizin bazı söylemleri bahane ederek kendilerine atfedilen özellikleri işlerine geldiği gibi kullanıyor olmasıdır. Bir çıkmaza girdiklerinde veya bir kabahatleri olduğunda kuşak farkını bahane ederek bunu bir silah olarak kullanabiliyorlar. Muhatabı iyi tanımak lazım. Bu noktada anne ve babaların çocuklarına karşı olan sorumluluğu, onlara "muş" gibi yapmadan, gerçek anlamda ilgi gösteriyor olmalarıdır. İlgisizlikten kaynaklı bazen TV kanallarında bazen sosyal medyada feci hadiselere denk geliyoruz. 4 yaşındaki bir çocuğun internetten binlerce liraya bir ürün alabildiğine, küçük yaşlarda ellerine telefon verip kontrol etmediğimiz çocuklarımızın, bir oyun yüzünden intihar ettiğine, bu ve benzeri hadiselerin ise sürekli meydana geldiğine şahit oluyoruz. Sadece kendisine zarar vermenin ötesinde, ailesini tehlikeye atabilecek durumlar da meydana gelebiliyor. İnternet çağını dibine kadar yaşadığımız şu zamanda başta kendimiz olmak üzere, ailelerin üzerine büyük sorumluluklar düşüyor.
Onlarla ilgilenmek, onları dinlemek ve çok sıkmadan kontrol edildiklerini hissettirmek lütuf değil vazifedir. Yaptıklarını bazen yadırgasak da, onları yer yer anlayamasak da, anlamaya çalışmak ve işin kolayına kaçmadan, eleştirmeden, kızmadan dinlemek ve anlamak için çaba göstermek gerekir. İçinde bulundukları şartları göz önünde bulundurmak lazım. Şöyle bir gerçek var ki bu gençler yaşadıkları çağın renklerini taşıyor ve bedel ödüyorlar. Evvela burada gençlerin sorumluluğu yerine, özellikle üslup noktasında ebeveynlerin sorumluluğu ele alınmalı. Üslubun kalpleri kazanmak için ehemmiyetine vurgu yapacak olursak: Onlarla konuşurken, "ben senin yaşındayken şöyle yapardım" gibi ifadeler kullanmaktan kaçınmak, dayatmacı ve baskıcı dili terk etmek elzemdir. Kimse geçmişte yaşamadığı, değişimin çok hızlı olduğu bir dünyada yaşıyoruz. O halde nelere dikkat edeceğiz:
- Çocuklarımızın olumsuz yanlarına odaklandığımız kadar olumlu yönlerine de odaklanıp onları takdir etmekten kaçınmayacağız.
-Hatalarını yüzlerine vurmak yerine, soru sorarak hatayı kendisinin görmesine yardımcı olacağız.
- Ahlaki ve manevi değerlerden bahsederken, aynı şekilde emredici, dayatmacı ve baskıcı bir üslup değil, yapıcı ve kucaklayıcı bir üslup kullanacağız. Unutmayalım ki baskı daima tepki doğurur.
Değerler eğitimiyle birlikte, din ve ahlak eğitimi başta olmak üzere çocuklarımızı ihmal etmeden, " Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?" ayeti gereğince, tezatlığa meydan bırakmadan onlara iyi bir rol-model olmak inananlar olarak hepimizin asli vazifesidir. İdeal bir nesil istiyorsak, istediğimiz özellikleri kendi üzerimizde taşımamız gerekir.