Yaşadığımız çevrenin bize dayattırmış olduğu ve özellikle de geleneksel anlayışın bir sonucu olarak kazanmış olduğumuz Müslüman kimliğimiz, faaliyetsel oluşumu ve özü itibari ile birçok tarihsel serüvenin içerisinde kendine yer bularak bize kadar var ola gelmiştir. Bunun doğal sonucu olarak da birçok hususta farklı dini yaklaşımların ve anlayışların ortaya çıkması söz konusu olmuştur.
Bu münasebetle insanlar arasındaki fikri ayrılığın sonucuna müteakip, konunun kendiliğinden kapalı oluşu, arzu, istek ve mizaçların değişik olması, farklı yönelişlerin oluşması, eski toplulukları taklit hevesliliği, dini algılama farklılığı, liderlik ve hükmetme arzusu, birbirinden farklı değişik İslami toplulukların/cemaatlerin oluşumuna zemin hazırlamıştır. Buna bağlı olarak ilk dönem İslami yaşayışın tezahüründen kaynaklanan Arap ırkçılığı, hilafet anlaşmazlığının olumsuz sonuçları, Müslümanların eski din mensuplarına komşuluğu, bunlardan bir kısmının İslam’a girmesi ve felsefi tercüme faaliyetlerinin ortaya çıkarmış olduğu etkin batı düşüncesinin İslami düşünce ile mücadelesi ve açıklanmaya muhtaç kapalı olan dini muamelat konularının anlaşılır hale getir(il)me zorunluluğu da, İslami literal dejenerasyonun farklı bir apolojikleşmesine sebebiyet vermiştir.
İşte bu minvalde İslam’ın emretmiş olduğu ‘‘Hepiniz Allahın size uzattığı kurtuluş ipine [Kur'an'a] sımsıkı tutunun. Sakın ayrılığa düşmeyin. Hele Allahın size nasip ettiği birlik ve beraberlik nimetini bir düşünün.’’ (Âl-i İmrân 3/103) şiarına binaen ve ‘‘Ey müminler kendilerine onca ayet, onca ilahi ikaz gelmesine rağmen [din ve inanç hususunda] bölünen, çeşitli gruplara ayrılıp birbirine düşen Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi olmayın. [Bilin ki] böylelerinin hakkı müthiş bir azaba mahkûm olmaktır.’’ (Âl-i İmrân 3/105.) ayetine matuf olarak Müslümanların bir halka etrafında birleşmeleri zorunluluk arz eden bir durum haline ge(tiri)lmiştir. Bu da cemaat kavramı etrafında şekillenen bir dini yaşayışın mevcut zorunluluğun keyfiyetine mebni olmaktadır.
Yani Cemaat sözcüğü, Arapça (c-m-a) kökünden türetilmiştir. Cemaat kelimesi gibi, cem’, cami’ ve icma’ kelimeleri de aynı kökten gelmektedir. İnsan topluluğu anlamına gelen cemaat, dini literalde, ashap, müctehid imamlar veya her devirdeki Müslümanların büyük çoğunluğuna verilen isim olarak anlaşılmaktadır. Kısacası cemaat; belli bir fikir etrafında bir araya gelmiş topluluk anlamına gelip, fırkanın karşılığı olarak kullanılmaktadır. Dolaysıyla cemaat kavramı, yukarıdaki anlamıyla beraber bölünüp tefrikaya uğramamış topluluğu ifade etmektedir. Sözün özü olarak cemaat, bir dini hüviyete bürünme şeklinin ötesinde, kendisini bir mensubiyetin arz ettiği zorunluluğa mazhar olması hasebiyle, bir araya gelme olarak nitelendirilmektedir.
Farklı bir anlamsal bütünlük etrafında değerlendirdiğimiz zaman veya etimolojik olarak bugünün adına cemaat dediğimiz şey, sosyolojik kategori doğrultusunda İslam’ın erken döneminde ana gövdenin kendisini ifade ederken, daha sonraları cemiyetsel-toplumsal-grupsal oluşuma ve birlikteliğe tekabül etmiştir.
Hz peygamberin vefatını müteakiben başta hilafet meselesi olmak üzere, Müslümanlar arasında ortaya çıkan çeşitli tartışma konularında öne sürülen bir kısım sosyal ve siyasal çözüm önerileri, daha sonraları dini bir muhtevaya, bu görüşler etrafında çevrelenen gruplar da dini bir fırkaya dönüşmüşlerdir. Bu ekoller, çeşitli dini ve siyasi konularda farklı görüşler ileri sürerek hayata ve olaylara kendi perspektiflerinden bakarak nasları/ayetleri ve tarihi şartları bu çerçevede yorumlayarak grupsal/toplumsal çıkar etrafında birleşmişlerdir. Bu çeşitlilikler daha sonraki zamanda ve zeminde değişik bir İslam-i düşünce etrafında, cemaat olgusunu da arkasına alarak kendilerine destekleyici mahiyet kazandırma gayretine girmişlerdir. Bu da İslam’da fırkalaşma sürecini hızlandırıcı bir önemin doğmasına sebep olmuştur.
İşte tam bu noktada fırkalaşma olgusunu basit anlamda, dinin anlaşılmasında kültürel ve siyasal nedenlere bağlı olarak görmek, yeterli ve güvenilir bir bakış açısı sunmasının ihtimal dâhilinde oluşabilecek olumsuz bir durumun da işaretidir. Burada tarihsel olarak, kendi merkeziliğini veya ana gövde olduğunu kanıtlama ve oluşturma süreci içerisinde çalışan; teolojik siyasal argümanları harmanlayarak kullanan kültürel dini benlik çatışmasının varlığı, izaha değer bir olgudur. Her bir fırkanın (günümüz versiyonu olarak cemaatler), kendisini sistemli bir biçimde inşa ederek, tanınmak adına "ümmet-cemaat-hilafet" üçgeninde İslami kimliğinin Sünni ağırlığını da kendisine palazlanacak merci olarak görüp, oluşturduğu ana karakteristik düşünce ötekileştirme tekniğidir.
Müslüman cemaat yapılarının tarihsel arka planda gayri Müslimlere uygulamış oldukları ‘ötekine’ bakışı; ilk dönemden itibaren bu bakışı biçimlendiren dışlanmacı tavır, sadece İslam dairesi dışındakilere yönelik olduğu zannedilmemelidir. Bilakis bu tavır, tarih boyunca çeşitli Müslüman gruplar arasında da belli varyantlarda kendini aksettirmiştir. Öyle ki geçmişte itikadi mezhepler arasındaki polemikler çerçevesinde sırf kendisi gibi düşünmediği için veya dini metinleri kendisi gibi anlayıp yorumlamadığı için, kendisine muhalif addettiği Müslümanları inkârcılıkla inkâr etmek, adeta geleneksel hale gelmiş; bir kimsenin ehli kıbleden olması, onun kurtuluşu için yeterli görülmemiş, dahası kurtuluşa giden yolun sadece bir fırkaya veya cemaate intisap etmekten geçtiği düşüncesi bir doğma haline getirilmiştir. Nitekim günümüz versiyonlarını da detaylandıracak olan mevcut bir kısım cemaatler, isim verilmeksizin örnek olarak verilmesi mümkündür.