Eskiden beyaz çoraplı, saçını cami muslukları önünde ıslatıp muslukların üstündeki aynaya bakarak tarayan bir nesil vardı. Cebimizden bir tarak, bir de bez mendil eksik olmazdı.
Ben de o nesilden gelen biriyim. Bolca soğan yiyip ağzımız kokmasın diye bir çaba içine girmezdik. Her gün kitap okur, o kitaplardaki fikirleri sokak köşelerinde tartışırdık. Harçlığımızı çay ve kitap dışında bir yere harcamazdık. Telefon yerine telepati duygularımızı kullanır, navigasyon yerine ise yine hislerimize güvenip arkadaşlarımızın yerini belirleyerek buluşmaya giderdik. Birbirimizi ruhumuza kadar tanırdık. O nedenle kimin ne zaman nerede olduğunu ve ne yaptığını hep bilirdik. Üzülürken, kızarken, ağlarken ya da gülerken emoji kullanmaz, direkt birbirimizin gözlerine bakarak bunu yapardık. Ömründe pizza görmeyen, hamburger nedir bilmezken acılı lahmacunu soframızdan eksik etmezdik. Sabah kahvaltıda yağda kızarmış salça yer, okuldan sonra ise salçayı ekmeğe sürüp başkasıyla karışmasın diye renk renk ip dikilerek işaretlenen ya da topuğuna çeltik atılan siyah lastik yani ziletepe ayakkabılarımızı giyerek sokağa fırlardık.
Bizim zamanımızda yamasız pantolonu evin en büyük çocuğu giyerdi. O da amcasından, dayısından, komşusundan kalan eski elbise yoksa tabi. Hele hele ailenin 7 ya da 8’inci çocuğuysan pantolon sana yetişene kadar yamalardan gökkuşağı rengini alırdı. Şanslı olanlar bayramlarda yeni elbise sahibi olurdu. Zaten biz hiçbir zaman o şanslılardan da olamadık. Gerçi ben yenisini de giysem 2 haftada annem eline iğne, iplik alır birkaç yerine yama yapmak zorunda kalırdı. Annem hep derdi, “Şinasi’nin ayaklarının dişleri var” çünkü bana ne çorap ne de ayakkabı dayanırdı. Bizim lügatimizde kafası bilgisayar gibi çalışıyor diye bir cümle yoktu. Zeki olanlara kafası zehir gibi çalışıyor derdik. Anlayacağınız gibi zehir bile bazı cümlelerde insanı mutlu ediyordu. Zaten bağışıklık sistemimiz maşallah mikropların bile bizden kaçmasına neden olurdu. Bit hayatımızın bir parçası gibiydi. Şimdilerde evlerde kedi köpek beliyorlar ya, biz mecburiyetten bitlerle kurulu bir hayat yaşardık. Adeta evcil hayvanımız farelerle birlikte bitlerdi. Kızlar okumak istemezdi çünkü saçlarına bit girdiği için okula geldiklerinde kafaları güneş altında ayna gibi parlardı. Ah kızlar ah, bir türlü o kafalarının üstünde saç görmediler.
Geçenlerde televizyon izlerken XYZ kuşaklarını gördüm. İçinde bizim dönem de var ama ne hikmetse, bu hikmet bizim bildiğimiz Hikmet Kızıl değil, ona ayrı bir paragraf açmak gerekir. Hikmet demişken aklıma geldi. Ona 20 yıl önce Batı Klasiklerinden bir kaç kitap vermiştim, geri vermedi. Okuduysa gönderirse iyi olur. Bizim dönemimizde Hikmet Kızıl, Yahya Çiçek, Abdurrahman Çiçek, Yaşar Sivil gibi insanlar vardı. Bu yazımı okuyanlardan da çok kişi vardı ama hepsini yazarak Hüseyin Türkoğlu’nun bana ayırdığı sayfayı tüketmek istemiyorum. Hepimiz de aynı küreksiz geminin deli tayfasıydık.
Emin olun hepimiz de yukarıda bahsettiklerimizi yaşamıştık. Neyse, konumuza geri dönelim. Z kuşağı diye bir kuşaktan bahsediliyor. Yeni bir nesil. Gerçi onlar da 20 yıl sonra eskiyecek, kimse bundan bahsetmiyor. Ben de bahsedip kafanızı şişirmeyeceğim. Z kuşağını ele almak istiyorum. Bizden çok farklılar. Biz her şeyi duygularla gösterip hallederken onlar emoji kullanıp, sosyal medyada üzerine birkaç kelime yazdıkları müzikli videolarla göstermeye çalışıyorlar. Çoğu da videonun üzerindeki şiirin ya da sözün hangi yazara ait olduğunu bilmiyor. Merak eden olduğunu da sanmıyorum. Bizden çok farklı olan bu Z kuşağı nereye gidiyor.
O kadar kontrolcü olmamıza rağmen neden bizden farklı bir çizgide ilerliyorlar. Farklı diyorum ama sadece bizden farklı, yoksa hepsinin çizgisi birbirine benziyor. Farklı dediğim için Z kuşağından kimse kendisini özel hissetmesin. Benim gibi 40 yaşını devirmiş, doğu, batı, hangi klasikler varsa okumuş, anne ve babasının kültürüne bir nebze olsun daha yakın olan insanlar farkında olmadan Z kuşağının o çizgiye kaymasına nede oluyor. Eve gidip televizyonu açıyoruz ve abuk sabuk şeyler izliyoruz. Tamam, ne izlediğimizi biliyoruz, yanlışlarını da biliyoruz ama yanımızda oturan Z kuşağındaki çocuğumuz bunu bilmiyor. Örneğin kültürümüze ters, batılıların fikirlerini savunan ve temel amacı karalama olan bir kanalın haberlerini izliyoruz.
Aslında doğruyu söyledikleri için değil, bunlar ne diyor diye izliyoruz ama yanımızda oturan çocuğumuz onları izlerken “Babam hep bunları izliyorsa demek ki doğruyu da bunlar söylüyor” düşüncesine kapılıyor. Her gün aynı şey. Sonra çocuğumuz kalkıp Avrupa ve Amerika medeni, Müslümanlar ise barbar demeye başlıyor. Sonra da evde kıyamet, “Bu çocuk kime çekmiş, kim buna bu fikirleri aşılıyor” falan demeye başlıyoruz. Aslında gençleri o hale biz getiriyoruz. Bunu nasıl önleyebiliriz, onu da başka bir gün dile getiririm ama en azından bu günden itibaren bu yanlışın farkında olun.
Selametle kalın.