Üst üste gelen doğal afetlerin, ülke üzerinde yaratmış olduğu ekonomik bunalımın yanında; bir kısım insanın hem siyasi hem de düşünce faktörleri üzerinde, ahlak ve saygı çerçevelerini alt üst edercesine sergiliyor oldukları tavırlar, hiç kaldırılacak cinsten değil maalesef.
‘Keşke’ diyorum bazen ‘hayatı paylaşmak zorunda olduğumuz toplum, inceliklerden bu kadar yoksun olmasa’ hele de şu zor günlerde.
Ne yazık ki tarihin her sayfasında olduğu gibi, bizler de onlara maruz kalacağız. Bu kesin!
Ancak son olayın cereyanı endişeden çok umut atfediyor.
Bu olay birçok umut ışığının habercisi olsa da, eleştirilecek hatta durup düşündürecek müthiş bam tellerine sahip.
Son olay mı? “Filozof Ramazan” tabi ki…
Kimilerince deli, kimilerince veli, bazısınca şizofren veya sapık olarak tanıtılan ramazan, günlerce sosyal mecrada gündem oldu. Münazaralara konu, sokaklara malzeme oldu.
Özellikle de, İslami kesim tarafınca.
Peki, bunu gündeme oturtan faktör veya faktörler; veli, deli, sapık veya şizofren oluşu muydu?
Hayır, tabi ki de…
İslami mecranın, özellikle bu ‘Zulüm’ olarak tanımlanan durumun takipçisi ve cereyan eden olaya karşı göstermiş oldukları topyekün karşı duruşun asli sebebi, Ramazan adlı kişinin Diyarbakır ulu camide “İslam’ı anlatıyor” oluşuydu.
Yani “Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münkeri” pratiğe geçiriyor olmasıydı.
Ve yani, “iyiliği emretmek ve kötülüğü men etmek” anlamına gelen İslam’ın altıncı farzını icra ediyor oluşuydu.
Velhasılı kelam, kimilerince başka, kimilerince de bambaşka olarak bilinen bu durumun bu kadar arkasında durulmasının sebebi İslam’a davet’ti…
Ve işte tam da burada konuya giriyoruz;
Savundunuz/savunduk…
Zalimin zulmünden hep beraber birlik olup, kardeşimizi kurtardık, demek ki istenince birlik olabiliyormuşuz… (Belki de ilk ders bu olmalı)
Hep beraber kurtardık.
Ama aslında o, icra ettiği bir faaliyetin dikenleri arasından geçti.
İcar ediyor olduğu eylemin, beklenilen bir yüzü değil midir zaten; dikenli yollar… Zindanlar, kırbaçlar, deli imaları… Ve zaten tımarhane!
O işinin başında, bizler neresindeyiz?
Sosyal medyada açılan bir hashtag’e birkaç babacan isyan çizip ve edebi argümanların desteği ile dizdiğimiz satırların, birde altında filozofun resmini koyduk mu, “İslam’i davetin” neresinde yer aldık acaba?
Bu eylemin erleri elbette ki zamanın dilini kullanabilmeli, sosyal medya ile ipten adam alabilmeli. Ama davetin en zayıf hali olan sosyal medya imza sürgüsü hashtag, son çare son ihtimal olmalı.
Hangimiz/niz üstümüze düşenin onda birini icra ediyor?
Hangimiz/niz bu anlamda bir dikene takıldı, taşlı yollarda yalın ayak yürümek zorunda kaldı veya kırbaçlandı?
Hangimiz/niz yoldan çıkmış, kendini yitirmiş bir insanın elinden tuttu, cami avlusunda veya sokağın köşesin de veyahut bir kahvenin en şatafatlı masasında oturup gelene gidene, isteyene istemeyene bilinmesi ve icra edilmesi gerekeni anlatıp, altıncı farzı yerine getirdi.
Ki yerine getirmek, son yüzyılda hiç bu kadar kolay ve rahat olamamışken…
Yok, arkadaşlar; yerimizde oturup telefonların kopyala-yapıştır özelliğine veya birkaç edebi cümlenin altına gizlenmiş pısırık, nefsinin kölesi olmuş ruhlarımızın, dünyaca korkuları yüzünden icra edemedikler(mizi)nizi bir hashtag ile bastıramazsınız.
Tüm Orta Doğu, İslam coğrafyaları ve halkları kan ağlarken, onlara oranla katbekat refahın ve konforun içinde iken, yetişmek ve yetiştirmek için en mümkün ortam sağlanmış iken; bu rehavetin, aciz ve miskinliğin tek sebebi, hiç kusura kalmayın “Dünyamız Allah’ımızın önüne geçmiş” ten başka bir şey değil. Bunu kendinize itiraf edin, edin ki silkelenin.
Yoksa acizliğimizi, Ramazan’ı veya Ramazan’ları koruyup kollayarak bastıramayız.
Son olarak da bu konu ile ilgili değerli bir büyüğümün sözleri ile son vermek istiyorum;
“Ramazanı ramazan yapan davayı öncelemek ve ondan daha fazla çalışmak onu savunmamızdaki samimiyetimizin göstergesi olsa gerek.”
Varlığını iddia ettiğimiz iddianın duruşuna sahip olabilmemiz dileğiyle…