Akif Emre’nin Çizgisiz Defter’inden Endülüs

Gırnata’daki kiliseye çevrilmiş camilerin, “Bir zamanlar minareydim” diye seslenen çan kulelerinden, Endülüs tarzı inşa edilen ve süslenen evlere kadar pek çok şeyin, bu muhteşem medeniyetin hâlâ yaşadığının göstergesi olduğunu öğreniyoruz yazardan.

Merhum Âkif Emre’nin, 2016 yılında Büyüyen Ay Yayınları tarafından ilk baskısı yapılan “Çizgisiz Defter” adlı kitabı, yazarın Endülüs’ten Kudüs’e, Rumeli’den Patani’ye uzanan çok geniş bir coğrafyada gerçekleştirdiği seyahatlere dair kaleme aldığı yazılarından oluşuyor. Kitaptaki yazılar, sıradan gezi notları olmayıp derin bir tarih bilincine dayanan, oldukça zengin, sosyal ve siyasal gözlemlerden kesitler içeriyor.

“Çizgisiz Defter” odaklandığı bölge veya ülkelerle ilgili yazıların bir araya getirildiği sekiz bölüme ayrılmış. Endülüs’e dair yazıların yer aldığı ilk bölümün, Endülüs’ten sürülen bir Morisko’nun 1630 yılında yazdığı mektuptan mülhem çarpıcı bir başlığı var: “Allahaısmarladık Kalbim: Endülüs”. Endülüs seyahatlerinde Müslümanlar’ın İspanya’daki izlerini süren yazar, ilk bakışta sadece birkaç saray ile kiliseye çevrilmiş cami kalıntılarının bugüne geldiğinin görülebildiğini, ancak yakından bakıldığında 800 yıllık Endülüs medeniyetinin izlerinin bu kalıntılardan ziyade İspanyol hayatının içine işlediğinin fark edileceğini dile getiriyor.

1492 yılında Gırnata’daki son Endülüs sultanlığı düştükten sonra şehir teslim edilirken yapılan anlaşma Katolikler tarafından kısa sürede bozulmuş ve Müslümanlar ‘zorla Hristiyanlaştırılma’ ya da katledilme seçeneğiyle karşı karşıya bırakılmış. Direniş gösterenler, engizisyon mahkemeleri eliyle şiddetli işkence ve cezalara tabi tutulmuş. Bu süreçte Müslümanlar’ın bir kısmı gizlice kimliklerini koruyarak görünüşte Hristiyan olarak varlıklarını sürdürmüşler. İspanyollar tarafından “Morisko” olarak adlandırılan gizli Müslümanlar, uğradıkları haksızlıklar karşısında çeşitli isyan hareketlerine de girişmişler. 1609 yılına gelindiğinde İspanyollar, yeterince iyi Hristiyan olmadıklarını düşündükleri Moriskolar’dan tamamen kurtulma kararı alarak birkaç yıl içinde yaklaşık 1 milyon Müslümanı ülke dışına sürmüşler. Yurtlarından ayrılmak zorunda bırakılan Müslümanlar’ın büyük çoğunluğu Kuzey Afrika’ya, Balkanlar’a ve diğer Osmanlı topraklarına gitmişler. Saraybosna şehri, Endülüslüler tarafından kurulmuş.

Maruz kaldıkları büyük sürgüne ve soykırıma rağmen çok sayıda Müslüman, kendisini gizleyerek İspanya’da varlığını korumayı başarmış. Âkif Emre, Moriskolar’ın izlerinden hareketle sürdürdüğü yolculuklarında, İslâm medeniyetine Endülüs’ün katkısını keşfetmek kadar, yaşayan Endülüs’le de ilgilenmenin bir sorumluluk olduğunun bilinciyle İspanyollar tarafından silinmek istenen Endülüs medeniyetinin hayatiyetini koruyan göstergelerine ışık tutma çabası içinde olmuş. Gırnata’daki kiliseye çevrilmiş camilerin, “Bir zamanlar minareydim” diye seslenen çan kulelerinden, Endülüs tarzı inşa edilen ve süslenen evlere kadar pek çok şeyin, bu muhteşem medeniyetin hâlâ yaşadığının göstergesi olduğunu öğreniyoruz yazardan.

Alpujura Dağları’nda 1568 yılındaki isyanın başladığı Volan Köyü’ndeki Eban Humeyya Restoran (isyan ateşini yakan İbn Ümeyye’nin adı) ile köyde hâlâ ayakta duran isyan kararının alındığı ev, yaşayan Endülüs kökenli âdetleriyle ve Arapça ismiyle yazarı oldukça etkileyen bir başka Morisko köyü olan Al Modavar, Gırnata’da Elhamra’dan esinlenmiş hat ve tablolarla süslü çayhane, Cebel-i Tarık Boğazı yakınlarındaki Endülüs Murabıt Kalesi ile Endülüs’ün her yanında yazarın görüşüp konuştuğu pek çok insanın yüzündeki mağribî çizgiler, Endülüs’ü bir nostaljiden öte bir tarih bilincine dönüştürmüş. 

Bu bilinçle defterine notlarını düşen Âkif Emre, Endülüs medeniyetine sadece bir geçmiş özlemiyle değil bir “medeniyet idraki”yle bakılması gerektiğini vurguluyor. Yazarın ifadesiyle, “Endülüs, yeterince kavranmadığı içindir ki onun düşüşten sonraki serencamı da bilinmez. 1492, bir düşüşün miladı olmaktan öte bir unutuşun tarihidir aynı zamanda. 1492 yılını hatırlamamız, biraz da buradan sürülen Yahudiler sayesindedir. Yahudiler’in Osmanlı topraklarına gelişlerinin 500. yılı nedeniyle Endülüs hatırlanır gibi olsa da bir medeniyeti omuzlayan Müslümanlar’ın akıbetine dair hiçbir soru yoktur kafamızda. Oysa Endülüs düştükten sonra da orada çok büyük sayıda Müslüman kaldı.”

1492’de, Gırnata düştükten sonra şehirde yaşayan Yahudiler de yurtlarından sürülmüş. İspanyollar, geçtiğimiz yıllarda önce Yahudiler’den özür dilemişler, sonrasında da sürülen Yahudiler’e ülkelerine dönme hakkı tanınmış. Ancak bazı aydınlar ve sivil toplum kuruluşları, aynı yaklaşımın İspanya’nın öz evladı olan Moriskolar’a karşı da gösterilmesini istemelerine rağmen İspanya yönetimi, böyle bir adım atmaya yanaşmamış. Oysa yazarın “son Morisko” olarak adlandırdığı Mansur Escudero’nun belirttiği üzere, İspanya’da, ülke dışına sürülmüş olan Müslümanlar’ın “zaten dışarıdan gelmiş Araplar” olduğu fikri işlense de sürülenlerin pek çoğu, Endülüs’te doğup büyümüş, Müslüman İspanyollardı.

Âkif Emre’nin, İspanya’daki Endülüs etkisinin modern bir formu olarak nitelendirdiği ve destekçilerinin çoğunluğu Hristiyanlardan oluşan “Endülüs milliyetçiliği” de böyle bir yaklaşımdan hareket ediyor. İspanya’daki vahşi engizisyon uygulamalarını eleştiren ve 1609 yılında zorla Hristiyanlaştırılmaya çalışılan Moriskolar’ın topluca sürülmelerinin meydana getirdiği travmayla yüzleşilmesi çağrısında bulunan Endülüs milliyetçilerine göre “Arapları geldikleri yere gönderdik” tezi tarihin en büyük yalanıdır. Zira sürülenlerin büyük bir kısmı Arap değil yerli Müslümanlardı.

Müslümanlar’ın izlerini Endülüs’te aramakla yetinmeyen yazar, Cebel-i Tarık Boğazı’nın karşı yakasında, Endülüs’ten sürülen Moriskolar’ın mesken tuttuğu, günümüzün Fas ülkesinde bulunan Tanca ve Titvan şehirlerinde de iz sürmeyi sürdürüyor. Tanca’da İspanyol etkisini belli eden kolonyal dönem mimarisi binalar, şehre ruhunu veren Müslüman varlığını bastırmaya çalışsa da arada yükselen köşeli mağrip tarzı minareler ile kapılardaki kemerler, Endülüs’ün hâlâ var olduğunun işaretleri olarak kendini gösteriyor. Tanca Kalesi’ndeki küçük avluda, İspanyol bir ustanın Endülüs döneminde kullanılan müzik enstrümanlarını imal ettiğini gördüğünde ve akabinde iştirak ettiği müzik halkasında klasik Endülüs müziğini dinlediğinde Mağrip’te “Endülüs ruhu”na dokunduğunu düşünmekten kendini alamıyor, Âkif Emre.

Endülüslü Müslümanlar tarafından kurulan Titvan ise “kendi kalabilmeyi” büyük ölçüde başarmış bir şehir. Endülüs kültürünü, hayatın dinamizmine katarak yaşatabilmesi, bu şehri farklı kılan bir özellik olmuş. Bu noktada Endülüs uzmanı Muhammed Benaboud’un şu tespitleri dikkat çekici: “Endülüs, siyasi ve askeri olarak karşı tarafta sukut etmesine rağmen kültürel olarak Endülüs’ün dışında yaşamaya devam etti. Endülüs kültürü, Endülüs dışında hayatiyetini sürdürdü.”

Endülüs ile Mağrip’in bugün de parlayan yıldızları olan İbn Arabi, İbn Haldun ve İbn Batuta’yı zikretmeyi ihmal etmeyen Âkif Emre’nin, Kırım’a dair de bir yazısı var kitabın bu bölümünde. Yazar, Gırnata’nın düşmesinden yaklaşık 300 yıl sonra Ruslar tarafından işgal edilen Kırım’ı, yarımadanın Müslümanlar açısından konumu ile işgal sonrası yaşanan toplu sürgünler ve kültürel izlerin silinmesi gibi benzerlikleri nedeniyle “İkinci Endülüs” olarak niteliyor: “İber Yarımadası’nda Gırnata’nın düşmesi, Müslümanlar’ın Batı Avrupa’daki kaderini nasıl belirlediyse Kırım Yarımadası’nda Bahçesaray’ın düşmesi de Kuzey Batı Asya ve Doğu Avrupa’daki İslâm’ın geleceğini belirledi.”

“Çizgisiz Defter”in, Endülüs’le ilgili kısaca temas ettiğimiz 48 sayfadan ibaret bölümü, içerik olarak başlı başına bir kitap zenginliğinde. Âkif Emre’nin üslubu da oldukça etkileyici. Yazılanları okurken, Moriskolar’ın yaşadıkları acıları, hüzünleri siz de içinde yaşıyor, Endülüs’te yeşeren umutları birlikte hissediyorsunuz. Kitabın diğer bölümleri de yazarın derin bir tarih ve medeniyet bilinciyle kaleme aldığı, hemen her satırı altı çizilerek okunması gereken yazıları ihtiva ediyor.

Harun Mert

Kaynak: DünyaBizim

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Kültür-Sanat Haberleri

Yazar Çelebi: “Kitap Temel Bir İhtiyaçtır”
Yazar Ramazan Bayındır'ın "Kod Adı: Kaos" Kitabı Çıktı
Sulama Kanalı Çalışmasında Roma Dönemi’ne Ait Bin 800 Yıllık Mezar Bulundu