Modernliğin hayat tarzımıza kolektif müdahale ettiği bir asrın getirdiği değişim, yenilenme ve akabindeki çöküntünün kahir ekseriyetle olumlu/olumsuz varlığı, yaşamımızın vazgeçilmezidir. Dini/ilmi ve bilimsel çalışmalarımızın modernlik ve siyasal gündelik konuşmaların gerisinde olduğunu her ne kadar kabul etmesek de, bu durumun var olduğu asla inkâr edilmeyecek bir gerçektir. Gündelik ve siyasal hayatın bizim için öne sürdüğü spesifik argümanlar, bazen elimizde olmadan farklı versiyonlara bürünüp istekli veya istem dışı amaçlara bürünüp karşımıza çıkmaktadır.
Evrendeki sisteminin değişimi belli bir düzenle beraber devam eder. Bunun kaynağının Yüce Allah olduğu Kur'an-ı Kerim'de ayetlerle apaçıktır. Fakat dünyanın içerisindeki düzenin varlığına bizzat Allah'ın müdahalesi sürekli ve sınırsız olabileceğine rağmen, Allah'ın kudretinin bir tecellisinin de insana verilmesi ve bu doğrultuda dünya içerisine müdahalede aktör rolün "İNSAN" olduğu, boşuna ve anlamsız değildir. İnsanın, bu rolü yerine getirme konusunda fiili olarak müdahalede bulunduğu gerçeğinin saptırılıp, olumsuz eylemlerin müsebbibinin/kaynağının Allah olduğu kanaatinin dillendirilmesi apaçık bir yanılgı ve gaflet halidir.
Şöyle ki; dünya hayatında aktif rol sahibi İNSAN'ın yapacağı her olay ve eylemde, kendisine bir şiar/ilke/referans edinmesi gereken unsur yalnızca ADALET’tir.
Sanal âlemin ve medyanın güncel yaşamımızın her alanına müdahale edip, bizleri rehin aldığı ve tehdit ettiği günümüzde dillendirilen ADALET, içi boşaltılmış bir şekilde karşımıza çıkarılmaktadır. Şöyle ki karşımıza çıkan tecrübe; karaya çıkmış balığın halini alıp yavaş yavaş kokmaya başladığı gerçeğidir. Adalet ile eşitliğin birbiri ile savaştığı bir dönemde, adaletin temsilciliğini ve canhıraş savunuculuğunu ne yazık ki sanal âlem ve sosyal medya yapmaktadırlar. Hâlbuki adaletin gerçek temsilcileri hukukçular ile toplum nazarında kabul edilmezse ve konuşulmazsa bile din âlimleri ve akademisyenlerdir. Çünkü üçünün de cübbesi aynıdır. Hukukçunun da, akademisyenin de, din âliminin de cübbesi özellik itibariyle birbirinin tıpkısıdır. Bu minvalde adalet sisteminin temel taşları olan yargıçlar/savcılar/avukatlar, din âlimleri ve akademisyenler görevleri başında özel cübbeleriyle görev yapar. Bu cübbe, öylesine sıradan bir kıyafet değil, vicdanın, tarafsızlığın, hakkın, hukukun, gerçekliğin, ahlâkın sembolüdür. Bu üç kesimin temsilcileri, kimseden emir almadığı ve bağımsız olduğu için, kimsenin önünde iliklenmesin diye cübbelerinin düğmeleri de yoktur. Yaptıkları iş kamu hizmeti ve millet adına olduğundan, cübbelerinin cebi de yoktur. Fakat bu üç cübbenin temsilcilerinin sustuğu, gerçekleri dillendirmediği, insanlara doğru yolu göstermediği bir zamanda ve zeminde nasıl ki balığın kokuşması gibi algılanıyor ve kabul görülüyorsa, özellikle konuştukları/karar verdikleri her konuda sanal âlemin ve medyanın mahalle baskısına maruz kaldıkları gerçeğinin de ciddi anlamda sorgulanmasına sebebiyet vermektedir.
Eşitliğin ortak paydada ve menfaate göre anlamlan(dırıl)dığı gerçeğini, herkesi kendi ölçüsünde değerlendirip ihtiyaca isnaden davranıldığı adalet ile karıştırılması asla kabul edilemez. Fakat günümüzde adaletin yerini eşitliğin aldığı, eşitliğin yerini de adaletin aldığı var olan bir gerçektir. Adaleti ehline verilmeyen ve insanların yaşamını kolaylaştırmak için mücadele edilmeyen bir topluluğun hakikatlere, yeniliklere, sorunlara çözüm bulmaya ulaşması imkânsızdır. Sanal âlemin ve medyanın adalet aramak yerine, insanlığa faydalı olmak için kullanıldığı; yargıçların, din âlimlerinin, akademisyenlerin mahalle baskısı yerine adalet ve çözümler ile uğraştığı ve hiçbir çekingenliğe kapılmadan, gündelik çıkardan ve yönlendirmelerden uzak duracak şekilde karar verdikleri, yazdıkları, düşündükleri günlere ulaşmak duası ile…